2:1
Eliflâmmîm
(Elif, Lâm, Mîm.)
2:2
Bu, kendisinde asla rayb bulunmayan Kitap’tır; Muttakiler için hidayet kaynağıdır.
İşte o kitap, bunda şüphe yok, müttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir.
2:3
Onlar ki, Gayb'a inanıyorlar, namazı da ikame ediyorlar ve kendilerine verdiğimiz rızklardan infak ediyorlar.
Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar.
2:4
ve yine onlar, sana indirilene de imân ediyorlar, senden önce indirilenlere de; Âhiretin de yakînen onlar farkındadır.
Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler.
2:5
İşte, Rablerinden bir hidâyet üzere olanlar bunlardır; ve yine bunlardır Felâh'a erenler.
Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir.
2:6
Muhakkak ki, küfredenleri uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler.
Şu muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.
2:7
Allâh onların kalpleri üzerine ve işitmeleri üzerine mühür vurdu; Basiretleri üzerinde ise perdeler vardır; ve bir de onlar için çok büyük bir azap vardır.
Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır.
2:8
İnsanlardan öyleleri de var ki, ''Allâh'a da Âhiret gününe de îman ettik'' derler; halbuki îman etmiş değillerdir.
İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler.
2:9
Allâh'ı ve îman edenleri aldatmaya çalışıyorlar; halbuki onlar sadece kendilerini aldatıyorlar da bunun farkına varmıyorlar.
Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sırf kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar.
2:10
Onların kalplerinde bir hastalık var; bu nedenle Allah onları hastalık bakımından daha da artırmıştır; ayrıca onlara, yalan söyleye durdukları için elîm bir azap vardır.
Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalığını arttırmıştır. Yalan söylemelerine karşılık onlara elem verici bir azab vardır.
2:11
Hem onlara ''yeryüzünde fesatçılık yapmayın'' dendiğinde, derler ki: Biz ancak ıslah edicileriz!
Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
2:12
Dikkat edin! Gerçekte onlar fesatçılık yapanların ta kendileridir; ancak farkına varmıyorlar.
İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.
2:13
Hem onlara: ''insanların iman ettiği gibi iman edin'' dendiğinde, derler ki: ''sefihlerin iman ettiği gibi mi iman edelim?'' Dikkat edin, gerçekte onlar sefihlerin ta kendileridir; ancak bilmiyorlar.
Onlara: "İnsanların (müslümanların) inandığı gibi inanın." denilince, "Biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" derler. İyi bilin ki, asıl beyinsiz kendileridir fakat bilmezler.
2:14
Ayrıca onlar, iman etmiş olanlarla karşılaştıkları zaman ''Âmenna'' derler. Şeytanları ile yalnız kaldıklarında ise derler ki: Şüphesiz biz sizinleyiz; biz sadece alay etmekteyiz.
Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: "Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz." derler.
2:15
Allâh onlarla alay ediyor ve taşkınlıkları içinde bocalar bir halde onlara süre veriyor.
(Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde serserice dolaşmalarına mühlet verir.
2:16
İşte bunlar sapıklığı hidayet karşılığında satın almış olanlardır; bu yüzden onların ticareti kâr getirmedi ve onlar hidâyet üzere olmadılar.
İşte onlar o kimselerdir ki, hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar da, ticaretleri kâr etmedi, doğru yolu da bulamadılar.
2:17
Onların misali bir ateş tutuşturmak isteyen kimsenin misali gibidir ki, ateş onun etrafındaki her şeyi aydınlatınca, Allâh onların nurlarını giderdi de onları karanlıklar içerisinde görmez bir halde bıraktı.
Onların durumu, bir ateş yakanın durumu gibidir. (Ateş) çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların (gözlerinin) nurlarını giderdi ve onları karanlıklar içinde bıraktı, artık görmezler.
2:18
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; artık onlar dönmezler.
(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.
2:19
Yahut gökten sağnak sağnak boşalan bir yağmur gibi; içinde karanlıklar, gürültü ve şimşek var. Onlar sâika’lardan ötürü ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına koyarlar. Halbuki Allâh kafirleri kuşatıcıdır.
Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır.
2:20
Şimşek neredeyse onların görmelerini kapıverecek! Onlar için aydınlattıkça onda yürürler.Üzerlerine kararttığında ise dimdik kalırlar. Zaten Allâh dilemiş olsaydı onların işitmelerini ve görmelerini alıp götürürdü; muhakkak ki Allâh her şeye güç yetirendir.
O şimşek nerdeyse gözlerini (n nûrunu) kapıverecek. Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık üzerlerine çöktümü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini, görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.
2:21
Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize ibadet edin ki sakınasınız.
Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki (Allah'ın) azabından korunasınız.
2:22
O Rabbinize ki yeri sizin için bir döşek göğü ise bir bina yaptı ve gökten su indirdi de onunla sizin için mahsullerden bir rızık çıkardı; tüm bunlara rağmen bilip durduğunuz halde artık Allâh'a endât edinmeyin!
O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın.
2:23
Ve şayet sizler kulumuza indirdiklerimizden bir rayb içindeyseniz, şu halde siz de onun gibisinden bir sure getirin! Allah'tan gayrı tüm tanıklarınızı da çağırın! Eğer dürüst iseniz!
Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.
2:24
Eğer yapamadıysanız, ki yapamayacaksınız, o takdirde yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş'ten sakının; kafirler için hazırlanmıştır.
Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.
2:25
İman edip salih amel işleyenlere ise, kendileri için altından ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele! Onlardan herhangi bir meyveden rızık olarak rızıklandıklarında her defasında 'bu daha önce rızıklandığımız şeydir' derler; halbuki o kendilerine benzer olarak sunulmuştur. Kendileri için orada tertemiz eşler de vardır; hem onlar orada sonsuzdurlar.
İnanıp yararlı işler yapanlara, altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele! Onlardaki herhangi bir meyveden rızıklandırıldıklarında: "Bu daha önce de rızıklandığımız şeydir" derler ve o rızık birbirinin benzeri olmak üzere, kendilerine sunulacak. Orada çok temiz zevceler de onların. Hem onlar orada ebedî kalacaklar.
2:26
Muhakkak ki Allah bir sivrisineği yahut onun üstünde herhangi bir şeyi misal vermekten ar etmez. Böyle bir durumda, iman edenler onun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler; kafirler ise ''Allah bununla nasıl bir örnek amaçladı ki!'' derler. Onunla birçoklarını saptırır ve yine onunla birçoklarını da hidayete erdirir, ancak onunla fâsıklardan başkasını saptırmaz!
Muhakkak ki Allah bir sivri sineği, hatta daha üstününü misal getirmekten çekinmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır, Rabb'lerındandır. Ama küfre saplananlar: "Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?" derler. Allah onunla birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir. Onunla ancak o fasıkları şaşırtır.
2:27
Onlar ki Allâh'a verdikleri ahdi, kesin olarak onayladıktan sonra, bozar, Allâh'ın kendisiyle ulaştırılmasını emrettiklerini koparır ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte ziyan edenler onlardır.
Onlar ki, söz verip andlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır.
2:28
Allâh'ı nasıl yok sayarsınız ki! Halbuki sizler ölüler idiniz de sizi diriltti; sonra sizi öldürüyor; sonra sizi diriltiyor; sonra da O'na döndürülüyorsunuz.
Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.
2:29
O'dur sizin için yerde bulunan her şeyi tümüyle yaratan! Sonra göğe istiva etti de onları yedi gök olarak düzenledi; ve O her şeyi eksiksiz bilendir.
O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.
2:30
Hani Rabbin meleklere: ben yerde bir halife var edeceğim, demişti de onlar: Orada fesat çıkaracak ve orada kan dökecek birini mi var edeceksin; halbuki biz seni hamdinle tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz. Dedi ki: Kuşkusuz ben sizin bilmediklerinizi biliyorum.
Bir zamanlar Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabb'in): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.
2:31
Ve Âdem'e tüm isimleri öğretti; sonra onları meleklere sunarak dedi ki: Şunların adlarını bana bildirin; şayet dürüst iseniz!
Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: "Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin." dedi.
2:32
Seni tenzih ederiz; senin bize öğrettiklerin dışında bize ait hiçbir bilgi yok. Kuşkusuz el-Alîm, el-Hakîm olan sensin, dediler.
Dediler ki: "Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin".
2:33
Ey Âdem! Onların isimlerini onlara haber ver, buyurdu. Onların isimlerini onlara haber verince de buyurdu ki: Ben size, göklerin ve yerin Gayb'ını muhakkak ki ben bilirim, dememiş miydim? Ve yine açığa vurduklarınızı da gizleye durduklarınızı da ben bilirim.
(Allah): "Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver." dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): "Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim?" dedi.
2:34
Hani Meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik de hemen secde etmişlerdi, İblis hariç, kaçındı ve büyüklendi ve kafirlerden oldu.
Ve o zaman meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu.
2:35
Ve dedik ki: Ey Âdem! sen ve eşin Cennet'e yerleş, ve ondan dilediğinizce bol bol yiyin; ancak bu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.
Dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
2:36
Derken Şeytan o ikisini ondan kaydırdı da o ikisini içinde bulunduklarından çıkardı. Biz de dedik ki: İniniz! Bazınız bazınıza düşmandır; ve sizin için yerde bir süreye kadar bir istikrar ve bir yararlanma vardır.
Bunun üzerine şeytan onları(n ayağını) oradan kaydırdı, içinde bulundukları (cennet yurdu)ndan çıkardı. Biz de: "Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir nasib vardır." dedik.
2:37
Derken Âdem Rabbinden bazı kelimeler karşıladı; O da onun tövbesini kabul etti; Muhakkak ki O’dur tövbeleri çokça kabul eden ve çokça esirgeyen.
Derken Âdem Rabb'ından birtakım kelimeler aldı, (onlarla tevbe etti. O da) tevbesini kabul etti. Muhakkak O, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.
2:38
Dedik ki: İnin topluca oradan! Size Ben’den her ne vakit bir hidayet geldiğinde, kim hidayetimi izlerse onlar üzerine herhangi bir korku yoktur; üzülenler de onlar değildir.
Onlara dedik ki: "Hepiniz oradan inin. Size benim tarafımdan bir hidayet rehberi geldiğinde, kim o hidayetçimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
2:39
Âyetlerimizi yok sayan ve yalanlayanlara gelince, işte onlardır Âteş’in arkadaşları; onlar orada sonsuzdurlar.
İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennem ehlidirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır.
2:40
Ey İsrail’in oğulları! Size nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın ve antlaşmamı yerine getirin ki antlaşmanızı yerine getireyim; ve yalnız benden korkun artık!
Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun!
2:41
Ve Beraberinizdekini doğrulayıcı olarak indirdiklerime iman edin de onu yoksayanların ilki olmayın; ve âyetlerimle az bir değer satın almayın ve yalnız benden sakının artık!
Yanınızdakini (Tevrat'ı) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur'ân)a iman edin, O'nu, inkar edenlerin ilki siz olmayın, benim âyetlerimi birkaç paraya değişmeyin. Ancak benden korkun.
2:42
Ve Hakk’a batılı giydirmeyin; ve siz bildiğiniz halde Hakk’ı saklamayın!
Hakk'ı batıla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin.
2:43
Ve namazı ikame edin; zekâtı da ulaştırın ve eğilenlerle birlikte eğilin!
Hem namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.
2:44
İnsanlara Birr’i emrede dururken kendinizi unutuyor musunuz? Halbuki sizler Kitap’ı tilâvet ediyorsunuz! Yoksa siz akletmiyor musunuz?
İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitab (Tevrat)ı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?
2:45
Ve hem sabırla hem de namazla yardım isteyin! Gerçi o ağırdır; saygılı olanlara değil!
Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.
2:46
Onlar ki kendilerini Rablerine kavuşuyor ve O’na dönüyor sayarlar.
Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O'na döneceklerini bilirler.
2:47
Ey İsrail’in oğulları! Size nimetlendirdiğim nimetimi ve sizi âlemlere tafdil ettiğimi hatırlayın!
Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve vaktiyle sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
2:48
Ve öyle bir günden sakının ki, bir kimse bir kimsenin yerine bir şey ödemiyor; ondan bir şefaat da kabul edilmiyor; ondan bir bedel de alınmıyor; onlar yardım da görmüyorlar.
Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da yapılmaz.
2:49
Ve bir vakit sizi Firavun Hanedanı’ndan kurtarmıştık; sizi azabın kötüsüne uğratıyorlardı: oğullarınızı boğazlıyorlardı, kadınlarınızı ise diri bırakmak istiyorlardı. Ve bunda Rabbinizden çok büyük bir imtihan vardı.
(Hem hatırlayın ki bir zaman) sizi Firavun ailesinden de kurtardık, (onlar) size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
2:50
Ve bir vakit sizden ötürü denizi yarmıştık; böylece sizi kurtarmış, Firavunun adamlarını ise boğmuştuk; sizler de bakıp duruyordunuz!
Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık da Firavun'un adamlarını suda boğduk, siz de bakıp duruyordunuz.
2:51
Ve bir vakit Musa ile kırk gece sözleştik; derken ondan sonra zalimler olarak buzağıyı edindiniz!
Hani bir zamanlar Musa'ya kırk gecelik vaad verdik de sonra siz onun arkasından buzağıyı put edindiniz ve o halinizle zalimler idiniz.
2:52
Sonra bunun ardından şükredesiniz diye sizi bağışladık.
Sonra yine de sizi affettik, artık şükretmeniz gerekiyordu.
2:53
Ve bir vakit Musa’ya hidayet olasınız diye Kitap’ı ve Furkan’ı vermiştik.
Ve hani bir zamanlar Musa'ya o kitabı ve furkanı verdik, gerekirdi ki, doğru yolda gidesiniz.
2:54
Ve bir vakit Musa kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, kuşkusuz siz buzağıyı edinmekle kendinize zulmettiniz! Hemen kusursuz yaratanınıza dönün de kendinizi öldürün! Böylesi, kusursuz yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır.’ Böylece sizi bağışlamıştı; kuşkusuz O’dur en çok tövbeleri kabul eden, en çok esirgeyen.
Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tevbe ile dönün de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız Bârî Teâlânız katında sizin için hayırlıdır, böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten de o Tevvab ve Rahîm'dir.
2:55
Ve bir vakit ‘ey Musa! Allâh’ı açıkça görene dek sana asla inanmayacağız’ demiştiniz de, siz bakıp duruyorken, sizi sâika almıştı.
Hani bir zamanlar "Ey Musa biz Allah'ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız." demiştiniz de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız.
2:56
Sonra sizi ölümünüzün ardından dirilttik; şükredesiniz diye!
Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik.
2:57
Ve bulutu üzerinize gölgeledik; ayrıca üzerinize Menn’i ve Selva’yı indirdik. Sizi rızıklandırdıklarımızın hoş olanlarından yiyin! Fakat onlar bize zulmetmiş olmadılar; onlar ancak kendilerine zulmediyorlardı.
Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.
2:58
Ve bir vakit dedik ki: Bu kasabaya girin de ondan dilediğinizce bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve ‘Hıtta’ deyin ki hatalarınızı bağışlayalım. Muhsinlere ise daha da artıracağız.
Hani bir zamanlar "Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve "hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız" dedik.
2:59
Ancak zulmedenler kendilerine söylenenden başka bir söze çevirdiler. Bunun üzerine, zulmedenlerin üzerine fâsıklık edip durmaları nedeniyle gökten bir Ricz indirdik.
Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere murdar bir azap indirdik.
2:60
Ve bir vakit Musa kavmi için su istemişti de, ‘Asan ile taşa vur! demiştik. Derhal ondan on iki göze fışkırdı. Her grup insan su içeceği yeri kesinlikle bildi. Allâh’ın rızkından Yiyin ve için de yeryüzünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın!
Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.
2:61
Ve bir vakit dediniz: Ey Musa! Tek yemeğe asla sabretmeyeceğiz; dolayısıyla bizim için Rabbine çağrıda bulun da bize yerin bitirdiklerinden; baklasından, salatasından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın! Dedi ki: ‘Daha düşük olanla hayırlı olanı mı değişmek istiyorsunuz? Bir şehre inin! Zira istedikleriniz sizin için muhakkak ki vardır.’ ...Ve üzerilerine zillet ve miskinlik vuruldu ve Allâh’tan bir gazapla döndüler. Bu, onların Allâh’ın âyetlerini yok sayıp durmaları ve nebîleri haksız yere sürekli öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmeleri ve haddi aşıp durmaları sebebiyledir.
Hani bir zamanlar, "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah'dan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.
2:62
Kuşkusuz ki, imân etmiş olanlar ve dönmüş olanlar ve Hıristiyanlar ve Sâbiîler…Kim imân etmiş ise Allâh’a ve Âhiret Günü’ne ve sâlih amel işlemiş ise, elbette ki onların ecirleri rableri katındadır; hem onlar üzerine herhangi bir korku yoktur; üzülenler de onlar değildir!
Şüphe yok ki, iman edenler, yahudiler, hıristiyanlar ve sabiîler, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse elbette Rabbleri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.
2:63
Ve bir vakit misâkınızı almış ve üstünüze Tur’u yükseltmiştik. Size her ne verdiysek onu kuvvetle alın ve onda olanı zikredin ki sakınasınız!
Hani bir zamanlar sizden mîsak (sağlam bir söz) almıştık, Tur'u üstünüze kaldırıp demiştik ki; size verdiğimiz kitaba kuvvetle tutunun ve içindekilerden gafil olmayın, gerek ki, korunursunuz.
2:64
Sonra bunun ardından yüz çevirdiniz; şâyet üzerinizde Allâh’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, kesinlikle ziyankârlardan olurdunuz.
Sonra verdiğiniz sözün arkasından yüz çevirdiniz, eğer üzerinizde Allah'ın lütfu ve rahmeti olmasa idi herhalde zarara uğrayanlardan olurdunuz.
2:65
Ve sizden cumartesi gününde haddi aşanları kesinlikle bildiniz. Biz de onlara: Aşağılık maymunlar olun, dedik.
İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara "sefil maymunlar olun!" dedik.
2:66
Böylece onları, onların iki eli arasındakiler ve ardındakiler için bir Nekâl ve Muttakiler için bir öğüt kıldık.
Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.
2:67
Ve bir vakit Musa kavmine dedi ki: Allâh, muhakkak size bir inek kesmenizi emrediyor! Dediler ki: Bizi alaya mı alıyorsun? Dedi ki: Câhillerden olmaktan Allâh’a sığınıyorum!
Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "ayol sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.
2:68
Dediler: Rabbine çağrıda bulun da bize, onun ne olduğunu açıklasın. Dedi: Kuşkusuz O diyor ki: ‘Muhakkak ki o, ne pek yaşlı, ne de pek genç; bunların arası orta yaşlı bir inektir.’ Artık emrolunduğunuzu yapın!
Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emrolunduğunuz işi yapınız." dedi.
2:69
Dediler: Rabbine çağrıda bulun da bize, onun renginin ne olduğunu açıklasın. Dedi: Kuşkusuz O diyor ki: ‘Muhakkak ki o sarı, rengi parlak bir inektir; bakanları mutlu eder’.
Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi.
2:70
Dediler: Rabbine çağrıda bulun da bize, onun ne olduğunu açıklasın; bizce inekler kuşkusuz benzeşiyor; gene de Allâh dilerse muhakkak ki biz iletilmiş oluruz.
Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler.
2:71
Dedi: Kuşkusuz O diyor ki: ‘Muhakkak ki o, boyunduruk vurulup yer sürmeyen, ekin sulamayan bir inektir; salmadır; kendisinde bir alacalık yoktur. ‘İşte şimdi hakkı getirdin!’ dediler de onu boğazladılar; halbuki az kalsın yapmıyorlardı.
Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı.
2:72
Ve bir vakit bir canı katletmiştiniz de onun hakkında atışmıştınız! Oysa ki Allâh gizleyip durduğunuzu çıkartıcıdır.
Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.
2:73
Bunun üzerine dedik ki: Onun bir parçasıyla ona vurun! İşte bu şekilde Allâh, ölüleri diriltiyor ve size âyetlerini gösteriyor ki akledesiniz!
İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız.
2:74
Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı; artık onlar taşlar gibidir; veya katılık bakımından daha şiddetlidir. Halbuki taşlardan kuşkusuz öylesi var ki, kendisinden nehirler fışkırıyor; ve yine onlardan kuşkusuz öylesi var ki, çatlıyor da kendisinden su çıkıyor; ve yine onlardan kuşkusuz öylesi var ki, Allâh’a saygısından ötürü düşüyor. Halbuki Allâh yapıp durduklarınızdan gâfil değildir.
Sonra bunun arkasından yine kalbleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.
2:75
Halâ onların size imân etmelerini umuyor musunuz! Halbuki onlardan bir fırka vardı, Allâh’ın kelâmını işitiyorlardı da onu aklettikten sonra tahrif ediyorlardı; halbuki onlar biliyorlardı!
Şimdi bunların, size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.
2:76
Ve imân edenlerle karşılaştıklarında ‘imân ettik’ derler, birbirleriyle baş başa kaldıklarında ise derler ki: Allâh’ın size açtığını kendisiyle rabbiniz katında size delil getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz! Hâlâ akletmiyor musunuz!
Üstelik iman edenlere rastladıklarında inandık derler, birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman, "Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi tutup Allah'ın size açıkladığı gerçekleri onlara da söylüyorsunuz? Hiç aklınız yok mu be?" derlerdi.
2:77
Yoksa bilmiyorlar mı, Allâh’ın onların gizleye durduklarını ve açığa vurduklarını bildiğini?
Peki bilmezler mi ki, onlar neyi sır olarak saklar ve neyi açıkça söylerlerse Allah hepsini bilir.
2:78
Bir de onlardan ümmî olanlar var; kitabı bilmiyorlar; ancak kuruntular! Ve onlar sadece zanneder dururlar!
Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.
2:79
Artık veyl olsun o kimselere ki, Kitab’ı kendi elleriyle yazıyor, sonra da onunla az bir değeri satın almak için ‘bu Allâh katındandır’ diyorlar! Artık veyl olsun onlara ellerinin yazdıklarından! Yine veyl olsun onlara kazanıp durduklarından!
Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için "Bu Allah katındandır." derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!..
2:80
Bir de dediler ki: ‘Ateş bize sayılı günler dışında asla dokunmayacak.’ De ki: ‘Allâh katında bir söz mü aldınız, eğer öyle ise Allâh sözüne asla aykırı davranmayacak; yoksa siz Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?
Bir de dediler ki: "Bize sayılı birkaç günden başka asla ateş azabı dokunmaz". De ki; "Siz Allah'dan bir ahit mi aldınız? Böyle ise Allah sözünden dönmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
2:81
Hayır öyle değil! Kim bir kötülük kazanmış ve suçu kendisini kuşatmışsa, işte bunlardır Ateş’in arkadaşları; onlar orada sonsuzdurlar!
Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri ateş ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.
2:82
İmân edip sâlih ameller işlemiş olanlar ise, işte bunlardır Cennet’in arkadaşları; onlar orada sonsuzdurlar!
İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.
2:83
Ve bir vakit İsrâil’in oğullarının misakını aldık: ‘‘Allâh’tan başkasına ibâdet etmeyeceksiniz! Ve ebeveyne iyilik! Yakınlığı bulunanlara da, yetimlere de, yoksullara da! Ayrıca insanlara güzel söyleyin ve namazı ikame edin ve zekâtı ulaştırın!’’ Sonunda azınız hariç yüz çevirerek döndünüz!
Hani bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah'dan başkasına tapmayacaksınız, anababaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.
2:84
Yine bir vakit sizin misakınızı almıştık: kanlarınızı dökmeyeceksiniz ve kendinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız! Hem de siz tanıklık ederek ikrar ettiniz.
Yine bir zamanlar mîsakınızı almıştık; birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz, nüfusunuzu diyarınızdan çıkarmıyacaksınız. Sonra siz buna ikrar da verdiniz ve ikrarınıza şahit de oldunuz.
2:85
Sonra, işte sizler, kendinizi öldürüyor ve içinizden bir kısmınızı yurtlarından çıkarıyorsunuz; onların aleyhine kötülük ve düşmanlıkta sırt sırta veriyorsunuz; halbuki size esir olarak gelseler fidyeleşirsiniz. Oysaki onları çıkarmak size haram kılınmıştır. Yoksa sizler Kitap’ın bir kısmına imân ediyor da bir kısmını yok mu sayıyorsunuz? Bu durumda sizden bunu yapanın cezası dünya hayatında rüsvaylıktan başkası değildir. Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine itilecekler. Zira Allâh yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.
Sonra sizler öyle kimselersiniz ki, kendilerinizi öldürüyorsunuz ve sizden olan bir grubu diyarlarından çıkarıyorsunuz, onlar aleyhinde kötülük ve düşmanlık güdüyor ve bu konuda birleşip birbirinize arka çıkıyorsunuz, şayet size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeye kalkıyorsunuz. Halbuki yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış idi. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
2:86
İşte onlar dünya hayatını Âhiret karşılığında satın almış olanlardır; bu nedenle onların üzerinden Azap hafifletilmez; yardım olunanlar da onlar değildir.
Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez.
2:87
Andolsun, kesinlikle Musa’ya Kitap’ı verdik ve ardından onu elçilerle izledik; Meryem oğlu İsa’ya da beyyineler verdik ve onu Ruhu’l-kudüs ile teyit ettik. Ancak, size her defasında canlarınızın çekmediği şeylerle bir elçi geldiğinde büyüklük taslamadınız mı? Nitekim bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz!
Celâlim hakkı için Musa'ya o kitabı verdik, arkasından birtakım peygamberler de gönderdik, hele Meryem oğlu İsa'ya apaçık mucizeler verdik, onu Rûhu'lKudüs ile de destekledik. Size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle gelen her peygambere kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için onların bir kısmına yalan diyecek, bir kısmını da öldürecek misiniz?
2:88
Ve ‘kalplerimiz kılıflıdır’ dediler. Hayır öyle değil, yok saymaları dolayısıyla Allâh onları lanetledi; bu yüzden pek az inanıyorlar.
(Yahudiler, peygamberimize karşı alaylı bir ifade ile): "Bizim kalblerimiz kılıflıdır." dediler. Bilakis Allah, onları kâfirlikleri yüzünden lanetledi. Bundan dolayı çok az imana gelirler.
2:89
Ve onlara Allâh’ın katından yanlarındakini tasdik eden bir kitap geldiğinde, halbuki önceden yok sayanlara karşı fetih istiyorlardı, ne var ki tanıdıkları şey kendilerine gelince onu yok saydılar. İşte bu yüzden Allâh’ın laneti yok sayanların üzerinedir!
Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah'ın laneti kâfirleredir.
2:90
Ne kötüdür kendilerini kendisiyle satın aldıkları şey: Allâh’ın, kullarından dilediğine fazlından indirmesini çekemeyerek Allâh’ın indirdiklerini yok saymaları; böylece gazap üstüne gazapla döndüler. Ayrıca yok sayanlar için alçaltıcı bir azap vardır!
Ne kadar çirkindir o uğruna kendilerini sattıkları şey ki; Allah'ın kullarından dilediğine kendi lütuf ve kereminden vahiy indirmesine kafa tutarak, Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler. İşte bu yüzden de gazap üstüne gazaba uğradılar. Can yakıcı azap asıl kâfirler içindir.
2:91
Ve onlara ‘Allâh ne indirdiyse inanın’ denildiğinde, ‘üzerimize indirilene inanıyoruz’ derler de gerisini yok sayarlar; halbuki o yanlarındakini tasdik eden Hak’tır! De ki: peki neden Allâh’ın nebîlerini önceden katlediyordunuz, şayet müminler idiyseniz?
Onlara, "Allah ne indirdiyse ona iman edin." denildiği zaman, onlar "Biz kendimize indirilene iman ederiz." derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Oysa yanlarındaki Tevrat'ı tasdik eden gerçek vahiy odur. Onlara de ki; "Peki madem gerçek mümin sizsiniz de ne diye daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?
2:92
Andolsun, kesinlikle size Mûsa beyyinelerle geldi; derken ondan sonra zalimler olarak buzağıyı edindiniz!
Celâlim hakkı için Musa size belgelerle gelmişti de onun arkasından tuttunuz o buzağıya taptınız. Siz işte o zâlimlersiniz.
2:93
Ve bir vakit misâkınızı almış ve üstünüze Tur’u yükseltmiştik: Size her ne verdiysek onu kuvvetle alın ve duyun! ‘Duyduk ve isyan ettik’ dediler de yok saymaları dolayısıyla buzağı kalplerine içirildi. De ki: imânınızın size emretmekte olduğu şey ne kötüdür; şâyet müminler idiyseniz!
Bir zamanlar size, "verdiğimiz kitaba kuvvetle sarılın ve onu dinleyin." diye Tûr'u tepenize kaldırıp mîsakınızı aldık. (O yahudiler): "Duyduk, dinledik, isyan ettik." dediler, kâfirlikleri yüzünden o danayı yüreklerinde besleyip büyüttüler. De ki, " Eğer siz mümin kimseler iseniz, bu imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor!
2:94
De ki: şayet Âhiret Yurdu, Allâh katında, insanlardan ayrı olarak size özgü idiyse, şu halde ölümü temenni edin! Eğer doğru kimseler iseniz!
De ki; Allah yanında ahiret yurdu (cennet) başkalarının değil de yalnızca sizin ise, eğer iddianızda da sadık iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz, ölmeyi cana minnet biliniz.
2:95
Fakat onu, ellerinin takdim ettiklerinden ötürü, sonsuza değin asla temenni etmeyecekler! Zira Allâh, o zâlimleri pek iyi bilendir.
Fakat elleriyle işledikleri yüzünden onu hiçbir zaman temenni edemiyecekler. Allah o zâlimleri bilir.
2:96
Andolsun ki sen onları insanların yaşamaya en hırslısı bulacaksın; ortak koşanlardan bile! Onlardan biri ‘bin sene ömür verilse’ diye arzular. Halbuki bu, ömür verilmesi, onu Azap’tan öteleyici değildir. Zira Allâh ne yaptıklarını eksiksiz görücüdür.
Elbette onları insanların hayata en hırslı, en düşkün olanları olarak bulacak, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri bin sene ömür sürmeyi arzular, oysa uzun yaşamak kendisini azaptan kurtarıp uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptığını görüp duruyor.
2:97
De ki: kim Cibrîl’e düşman idiyse, bilsin ki, kuşkusuz o, onun iki eli arasındakileri tasdik edici ve müminler için bir hidayet kaynağı ve müjde olarak, onu senin kalbin üzerine Allâh’ın izniyle ardı ardına indirdi!
Söyle; her kim Cebrail'e düşman ise iyi bilsin ki, Kur'ân'ı senin kalbine Allah'ın izniyle kendinden önceki vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere o indirdi.
2:98
Kim Allâh’a ve meleklerine ve elçilerine ve Cibrîl’e ve Mîkâl’e düşman idiyse, bilsin ki, kuşkusuz Allâh yok sayanlara düşmandır.
Her kim Allah'a, Allah'ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail ile Mîkâil'e düşman olursa, iyi bilsin ki, Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.
2:99
Andolsun, kesinlikle sana apaçık âyetler indirdik; öyle ki onları fâsıklardan başkası yok saymaz.
Şanım hakkı için sana çok açık âyetler; parlak mucizeler indirdik. Öyle ki, iman sahasından uzaklaşmış fasıklardan başkası onları inkâr etmez.
2:100
Bir ahitle antlaştıklarında her defasında onlardan bir fırka onu atmadı mı? Aslında onların çoğu imân etmiyorlar!
O fasıklar hem bunları tanımıyacaklar, hem de ne zaman bir ahd üzerine antlaşma yapsalar, her defasında mutlaka içlerinden bir güruh çıkıp onu bozacak ve atıverecek öyle mi? Hatta az bir güruh değil, onların çoğu ahit tanımaz imansızlardır.
2:101
Ve onlara Allâh katından beraberlerindekini tasdik eden bir elçi geldiğinde, kendilerine Kitap verilmiş olanlardan bir fırka Allâh’ın kitabını sırtlarının gerisine attı; sanki onlar bilmiyorlar!
Üstelik Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir peygamber gelince, daha önce kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı, Allah'ın kitabını sırtlarından geriye attılar, sanki hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi yaptılar.
2:102
Ve şeytanların Süleyman’ın mülkü üzerine tilâvet ettikleri şeylere tabi oldular. Halbuki Süleyman yok saymadı ancak şeytanlar yok saydılar: insanlara sihri öğretiyorlar; ayrıca Bâbil’de, Hârûta ve Mârûta, iki melek üzerine indirilenleri öğretiyorlar. Ancak o ikisi hiç kimseye ‘biz sadece bir fitneyiz dolayısıyla yok sayma’ demeden öğretmiyorlar. Böylece, o ikisinden kişi ile eşi arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlar. Ancak onlar Allâh’ın izni olmaksızın hiç kimseye onunla bir zarar verici değillerdir. Hem onlar kendilerine fayda vereni değil kendilerine zarar vereni öğreniyorlar. Andolsun, kesinlikle bildiler ki, kim onu satın alırsa onun Âhirette bir nasibi yoktur. Andolsun, onların kendilerini karşılığında sattıkları şeyler ne kötüdür; şâyet biliyor olsalardı!
Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil'de Harut ve Marut'a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi "biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!" demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.
2:103
Ancak onlar imân etmiş ve sakınmış olsalardı, Allâh’ın katından bir sevap daha hayırdır; şâyet biliyor olsalardı!
Şayet onlar iman edip de korunmuş olsalardı, elbette Allah tarafından verilecek mükafat çok hayırlı olacaktı. Keşke bunu bilselerdi.
2:104
Ey imân etmiş olanlar! ‘Râina’ demeyin; ‘Unzurna’ deyin ve işitin! Yok sayanlar için ise çok acı veren bir azap vardır.
Ey iman edenler! "râine" demeyin, "unzurna" deyin ve iyi dinleyin, kâfirler için elemli bir azap vardır.
2:105
Ne kitap ehlinden ne de müşriklerden yok sayanlar size Rabbinizden bir hayır indirilmesini arzu etmiyorlar. Halbuki Allâh dilediğini rahmetiyle tahsis eder; hem Allâh çok büyük fazıl sahibidir.
Ne Kitap ehlinden, ne de müşriklerden hiçbiri, size Rabbinizden bir hayır indirilsin istemez. Allah ise, üstünlüğü, rahmetiyle dilediğine mahsus kılar ve Allah çok büyük lütuf sahibidir.
2:106
Bir âyetten her neyi nesh eder yâhut unutturursak ondan daha hayırlısını veyâ benzerini getiririz; Allâh’ın her şeye Kadîr olduğunu bilmedin mi?
Biz bir âyetten her neyi nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kâdirdir.
2:107
Bilmedin mi, göklerin ve Yer’in mülkünün kuşkusuz Allâh’a ait olduğunu? Hem sizin için Allâh’tan ayrı herhangi bir velî, herhangi bir yardımcı yoktur!
Bilmez misin ki, hakikaten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır, hepsi O'nundur. Size de Allah'dan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
2:108
Yoksa elçinizden istemeyi mi amaçlıyorsunuz; tıpkı önceden Mûsa’dan istendiği gibi! Halbuki, kim yok saymayı inanmakla değişirse, artık kesinlikle düz yolun ortasını sapmıştır.
Yoksa siz peygamberinizi, bundan önce Musa'ya sorulduğu gibi, sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Halbuki her kim imanı küfürle değiştirirse artık düz yolun ortasında sapıtmış olur.
2:109
Ehli kitaptan bir çoğu, imânınızdan sonra sizi, içlerindeki kıskançlıktan ötürü, Hak kendileri için apaçık olduktan sonra, yok sayanlar haline bir döndürseler, diye arzuladı. Yine de bağışlayın ve vazgeçin ta ki Allâh emrini getirinceye dek! Kuşkusuz Allâh her şey üzerine Kadîr’dir.
Ehli kitaptan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler: Hak kendilerine iyice belirdikten sonra bile sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan dolayı bunu yaparlar. Buna rağmen siz şimdi af ile, hoşgörüyle davranın tâ Allah emrini verinceye kadar. Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.
2:110
Ve namazı ikame edin; zekâtı da ulaştırın; ayrıca hayırdan yana kendiniz için her neyi takdim ediyorsanız, onu Allâh’ın katında bulursunuz. Kuşkusuz Allâh, yapmakta olduklarınızı eksiksiz görücüdür.
Siz namazı hakkıyle kılmaya bakın ve zekatı verin! Kendi nefsiniz için her ne hayır yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Muhakkak ki, Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.
2:111
Ve dediler ki: Yahûdi veya Hıristiyan olan hariç kimse Cennet’e asla girmeyecek! Bunlar onların boş hülyalarıdır! De ki: kesin-kanıtınızı getirin; şâyet doğru kimseler iseniz!
Bir de "yahudi ve hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek" dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. Sen de onlara de ki; "Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi."
2:112
Hayır öyle değil! Kim yüzünü Allâh’a teslim etmişse, Muhsin biri olarak, elbette ki onun ecri Rabbi katındadır! Hem onlar üzerine herhangi bir korku yoktur; üzülenler de onlar değildir!
Hayır, hayır! Kim özü iyilik dolu olarak yüzünü Allah'a tertemiz döndürür ve teslim ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değiller.
2:113
Ve Yahûdiler dedi ki: Hıristiyanlar bir şey üzere değildir; Hıristiyanlar da dedi ki: Yahûdiler bir şey üzere değildir. Halbuki bunlar Kitab’ı tilâvet ediyorlar! Aynı şekilde, bilmeyenler de onların sözünün benzerini söyledi. Oysaki Allâh Kıyâmet günü ihtilâf ede durdukları şeylerde onların arasında hüküm veriyor!
Yahudiler dediler ki, "Hıristiyanlar birşey üzerinde değiller", Hristiyanlar da "Yahudiler bir şey üzerinde değiller" dediler. Oysa hepsi de kitabı okuyorlar. Hiçbir bilgisi olmayanlar da öyle onların dedikleri gibi dediler. İşte bundan dolayı Allah, ihtilafa düştükleri bu gibi şeylerde, kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.
2:114
Peki Allâh’ın mescitlerini, O’nun adı oralarda anılıyor diye, men edenden ve oraların harap olması için koşuşturandan daha zâlim kim vardır? İşte böylelerinin oralara girmeleri olur şey değildir; ancak korka korka! Onlar için dünyada bir rüsvaylık, Âhirette de çok büyük bir azap vardır!
Allah'ın mescitlerini, içlerinde Allah'ın isminin anılmasından meneden ve onların harap olmalarına çalışan kimselerden daha zâlim kim olabilir! İşte bunlar, oralara korka korka girmekten başka birşey yapmazlar. Bunlara dünyada perişanlık, ahirette de büyük bir azap vardır.
2:115
Ve Allâh’ındır, doğu da batı da! Dolayısıyla her nereye yönelirseniz işte oradadır Allâh’ın yüzü. Kuşkusuz Allâh Vâsi’dir; Alîm’dir.
Bununla beraber, doğu da Allah'ın, batı da Allah'ındır. Artık nereye dönerseniz dönün, orası Allah'a çıkar. Şüphe yok ki, Allah(ın rahmeti) geniştir, O, her şeyi bilendir.
2:116
Ve dediler: Allâh bir velet edindi! Yücedir O! Hayır öyle değil; göklerde ve Yer’de ne varsa O’nundur! Hepsi O’na boyun bükücüdür.
O zalimler, "Allah kendisine çocuk edindi." dediler. Hâşâ, O sübhândır. Doğrusu, göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir.
2:117
Göklerin ve Yer’in Bedîi, bir işi yasadı mı artık ona sadece ‘ol’ diyor; böylece oluveriyor!
O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca "ol!" der, o da hemen oluverir.
2:118
Bilmeyenler de dedi ki: Allâh bizimle konuşsa ya, yahut bize bir âyet gelse ya! Aynı şekilde, onlardan öncekiler de onların sözünün benzerini söyledi; onların kalpleri benzeşti. Kuşkusuz Âyetleri yakînen farkında olan bir toplum için apaçık ettik.
Bilgiden nasibi olmayanlar da "Allah bizimle konuşsa ya, yahut bize de bir mucize gelse ya!" dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı böyle, bunların dedikleri gibi demişlerdi. Onların kalbleri birbirlerine benzedi. Gerçekten de yakîne ermek (hakikati bilmek) isteyen bir kavim için biz mucizeleri çok açık seçik gösterdik.
2:119
Kuşkusuz biz seni Hak ile bir müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; hem sen Cehennem halkından hesaba çekilmezsin!
Şüphe yok ki, Biz seni hak ile rahmetimizin müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak gönderdik. Sen, o cehennemliklerden sorumlu değilsin.
2:120
Ayrıca Yahûdîler de Hıristiyanlar da senden asla razı olmayacaklardır, tâ ki sen onların inancına tabi oluncaya dek. De ki: kuşkusuz Allâh’ın hidâyeti, odur Hidâyet! Yine de, sana gelen bunca ilimden sonra, onların hevâlarına tabi olursan, Allâh tarafından senin için herhangi bir velî, herhangi bir yardımcı yoktur.
Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah'ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah'dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.
2:121
Kendilerine Kitab’ı verdiklerimiz onu tilâveti gereğince tilâvet ediyorlar; işte onlar ona imân ediyorlar; kim de onu yok sayarsa işte onlardır ziyankârlar.
Kendilerine kitabı verdiğimiz ehliyetli kimseler onu, tilavetinin hakkını vererek okurlar. İşte onlar, ona iman ederler. Her kim de onu inkâr ederse, işte o inkârcılar hüsran içindedirler.
2:122
Ey İsrail’in oğulları! Size nimetlendirdiğim nimetimi ve sizi âlemlere tafdil ettiğimi hatırlayın!
Ey İsrailoğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi vaktiyle âlemdeki ümmetlere üstün tuttuğumu hatırlayın!
2:123
Ve öyle bir günden sakının ki, bir kimse bir kimsenin yerine bir şey ödemez; ondan bir bedel de kabul olunmaz; ona bir şefaat da fayda etmez; onlar yardım da görmezler.
Ve öyle bir günden sakının ki, o gün kimse, kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez ve ona şefaat de fayda vermez, hiçbir taraftan yardım da görmezler.
2:124
Ve bir vakit İbrâhîm’i Rabbi bir takım kelimelerle sınamıştı da o bunları tamamlamıştı. Dedi ki: Kuşkusuz ben seni insanlara bir imam yapmaktayım. Dedi ki: Zürriyetimden de? Dedi ki: Ahdim zalimlere erişmez!
Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, "Ben seni bütün insanlara imam yapacağım." buyurdu. İbrahim, "Zürriyetimden de yap!" dedi. Rabbi ona "zâlimler benim ahdime nail olamaz!" buyurdu.
2:125
Ve bir vakit Beyt’i insanlar için bir toplanma ve güven yeri kıldık. İbrâhîm’in makamından da bir namazgâh edinin! Ayrıca İbrâhîm ve İsmâîl’den tavaf edenler, itikafta bulunanlar ve rüku-secde edenler için evimi arındırın diye ahit aldık.
Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makamı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"
2:126
Ve bir vakit İbrâhîm dedi ki: Rabbim, burayı güvenli bir belde kıl; ve onun halkının Allâh’a ve Âhiret gününe imân edenlerini mahsullerden rızıklandır! Dedi ki: yok sayanı da, Nitekim onu azıcık eğlendirir sonra da Ateş’in azabına zorlarım; ne kötü son duraktır orası!
Ve o vakit İbrahim "Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır" diye yalvardı. Allah buyurdu ki: "küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!"
2:127
Ve bir vakit İbrâhîm Ev’in temellerini yükseltiyordu, İsmâîl de. Ey Rabbimiz, bizden kabul et; kuşkusuz sen, ancak sen, es-Semî’sin, el-Alîm’sin.
Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.
2:128
Ey Rabbimiz, bizi sana teslim olmuş iki kişi kıl; zürriyetimizden de sana teslim olmuş bir ümmet kıl; ve bize ibadetlerimizi göster; ayrıca bize bak, kuşkusuz sen, ancak sen, et-Tevvab’sın, er-Rahîm’sin.
Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.
2:129
Ey Rabbimiz, ayrıca onların içlerine kendilerinden bir elçi gönder; onların üzerine senin ayetlerini tilâvet etsin; ve onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretsin; ve onları arındırsın; kuşkusuz sen, ancak sen, el-Azîz’sin, el-Hakîm’sin.
Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin.
2:130
Hem İbrâhîm’in milletinden kendini beyinsiz sayandan başka kim yüz çevirir? Andolsun, biz onu dünyada seçip-arındırdık, Âhirette de kuşkusuz ki o kesinlikle sâlihlerdendir.
İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.
2:131
Bir vakit Rabbi ona ‘teslim ol’ dediğinde, dedi ki: Âlemlerin Rabbine teslim oldum.
Rabbi ona, "İslâm ol!" emrini verince, o "Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi.
2:132
İbrâhîm de onu oğullarına vasiyet etti; Yakup da! Ey oğullarım, kuşkusuz Allâh sizin için Din’i seçip-arındırdı; dolayısıyla sakın ha sakın, teslim olmadığınız bir halde, ölmeyiniz!
Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub da öyle yaptı: "Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman olarak can verin!" dedi.
2:133
Yoksa sizler ölüm Yakub için hazır olduğunda tanık mıydınız? Oğullarına demişti ki: benden sonra neye ibâdet edersiniz? Dediler ki: senin ilâhına ve senin babaların İbrâhîm, İsmâîl ve İshâk’ın ilâhına, tek bir ilâha ibadet ederiz; hem bizler O’na teslim olanlarız.
Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub'a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına; "Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?" dediği zaman, oğulları; "Senin Allah'ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın Allah'ına, tek olan o Allah'a ibadet edeceğiz. Biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız." dediler.
2:134
Şunlar bir ümmettir, gelip geçmiştir, kazandığı kendisinedir; sizin kazandıklarınız da sizedir! Hem sizler onların yapadurduklarından sorulmuyorsunuz!
Onlar bir ümmetti, geldi geçti. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandığınız. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz.
2:135
Ve dediler: ya Yahûdî olun ya da Hıristiyan ki dosdoğru yolu bulasınız! De ki: hayır öyle değil, İbrâhîm’in hanif milletini! Hem o müşriklerden değildi!
Bir de: "yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız." dediler. Sen onlara de ki: "Hayır! Hanif olarak hakka tapan İbrahim'in dinine (uyarız) ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı."
2:136
Deyin: Allâh’a, bize indirilmiş olanlara, İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Yakûb’a ve Esbât’a indirilmiş olanlara, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya verilmiş olanlara, nebîlere Rab’lerinden verilmiş olanlara imân ettik; onların arasından birini ayırmıyoruz; hem bizler O’na teslim olanlarız.
Deyiniz ki, "Biz, Allah'a iman ettik ve bize ne indirildiyse İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve torunlarına ne indirildiyse, Musa'ya ve İsa'ya ne indirildiyse ve bütün peygamberlere Rablerinden ne verildiyse hepsine iman ettik. Biz onların arasında fark gözetmeyiz ve biz ancak O'na boyun eğen müslümanlarız."
2:137
İşte şâyet onlar da sizin imân ettiğiniz şeyin dengine imân ettilerse, o takdirde onlar dosdoğru yolu kuşkusuz bulmuşlardır; ancak eğer yüz çevirdilerse, bu durumda onlar sadece bir zıtlaşmanın içindedirler; Buna rağmen Allah onlara karşı sana yetecektir; zira O es-Semî’dir, el-Alîm’dir.
Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yola girmiş, hidayeti bulmuş olurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse onlar sadece ve sadece didişmenin içindedirler. Allah onlara karşı sana yeter. Ve O, işitendir, bilendir.
2:138
Allâh’ın boyasını... Hem kim boyaca Allâh’tan daha güzeldir? İşte bizler O’na kulluk edenleriz!
Allah'ın boyasına bak, (vaftiz nolacak?) Kim, Allah'dan daha güzel boya vurabilir ki? İşte biz O'na ibadet edenleriz.
2:139
De ki: Bizimle Allâh hakkında tartışıyor musunuz? Halbuki O bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir; ayrıca bizim amellerimiz bizedir, sizin amelleriniz sizedir; hem bizler O’na muhlisleriz.
De ki: "Allah hakkında bizimle didişmeye mi gireceksiniz? Oysa O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size. Şu kadar var ki, biz O'na ihlas ile sarılıyoruz.
2:140
Yoksa siz, İbrahîm de, İsmâîl de, İshâk da, Yakûb da, Esbât da, Yahûdî ya da Hıristiyan idiler, mi diyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz yoksa Allah mı? Ayrıca, yanında bulunan, Allâh’tan bir tanıklığı, saklayandan daha zalim kim vardır? Hem Allâh yapmakta olduklarınızdan gafil değildir!
"Yoksa siz, İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakup da ve torunları da hep yahudi ve hıristiyan idiler mi demek istiyorsunuz?" De ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah'ın şahitlik ettiği bir hakikatı bile bile inkar edenden daha zâlim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
2:141
Şunlar bir ümmettir, gelip geçmiştir, kazandığı kendisinedir; sizin kazandıklarınız da sizedir! Hem sizler onların yapadurduklarından sorulmuyorsunuz!
Onlar bir ümmet idiler, gelip geçtiler. Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandıklarınız. Ve siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.
2:142
İnsanlardan sefih olanlar diyeceklerdir: üzerinde bulundukları kıblelerinden onları ne çevirdi? De ki: Allâh’ındır doğu da batı da; dilediğini dosdoğru yola iletir.
İnsanlar içinde bir kısım beyinsizler takımı, "Bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır. O, kimi dilerse onu hidayete erdirir."
2:143
Ve böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki insanlar üzerine tanıklar olasınız; elçi de sizin üzerinize bir tanık olsun. Üzerinde bulunmuş olduğun Kıbleyi, biz, sadece kimin elçiye uyduğunu kimin de gerisin geri iki ökçesi üzere döndüğünü bilelim diye yaptık. Gerçekten o da Allah’ın hidayet ettikleri dışındakiler için ağır idi. Halbuki, Allah sizin imânınızı zayi edecek değildi. Kuşkusuz Allah insanlar için kesinlikle Raûf’tur, Rahîm’dir.
Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Daha önce içinde durduğun Kâ'be'yi kıble yapmamız da şunun içindir: Peygamber'in izince gidecekleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım. Bu iş elbette Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti. Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
2:144
Kuşkusuz görüyoruz yüzünün göğe dönüp durduğunu. Şimdi seni razı olacağın bir kıbleye kesinlikle döndüreceğiz. Haydi yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir! Sizler de nerede olursanız olun yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kuşkusuz ki kendilerine Kitap verilmiş olanlar onun Rab’lerinden bir gerçek olduğunu kesinlikle biliyorlar. Hem Allah onların yapadurduklarından gafil değildir.
Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescidi Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.
2:145
Ve Andolsun, şayet kendilerine Kitap verilmiş olanlara bütün ayetleri de getirmiş olsan, senin kıblene tabi olmazlardı! Sen de onların kıblesine tabi olan biri değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblelerine tabi olan kimseler değildir. Yine Andolsun ki, eğer ilimden sana gelenden sonra onların hevâlarına tabi olacak olursan, o takdirde kuşkusuz ki sen kesinlikle zalimlerdensin.
Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun.
2:146
Kendilerine Kitab’ı verdiklerimiz, onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanıyorlar. Halbuki, kuşkusuz onlardan bir grup, bilip dururken kesinlikle Hakk’ı gizliyorlar.
O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri onu o peygamberi oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden bir takımı gerçeği bile bile gizlerler.
2:147
Hak senin Rabbindendir; artık asla kuşku duyanlardan olma!
O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!
2:148
Herkes için bir yön vardır; o ona yönelmektedir. Öyleyse, hayırlarda yarışın! Her nerede olursanız olun, Allâh sizi topluca getirir. Kuşkusuz ki Allâh her şey üzerine Kadîr’dir.
Ümmetlerden her birinin bir yönü vardır, o ona yönelir, haydin, hep hayırlara koşun, yarışın. Her nerede olsanız Allah sizi toplar, bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kâdirdir.
2:149
Ve her nereden çıkarsan yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir! Hem kuşkusuz o Rabbinden kesinlikle bir Hak’tır. Ayrıca Allâh yapadurduklarınızdan gafil değildir.
Hem her nereden yola çıkarsan (namazda) hemen Mescidi Haram'a doğru yüzünü çevir. Bu emir şüphesiz hak, Rabbinden olduğu gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz de değildir.
2:150
Ve her nereden çıkarsan yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir! Sizler de her nerede iseniz yüzlerinizi onun tarafına çevirin ki, insanlarda aleyhinize herhangi bir hüccet bulunmasın; ancak onlardan zulmedenler hariç. Artık onlardan çekinmeyin, ancak benden çekinin! Ayrıca üzerinize nimetimi tamamlayayım ve siz de böylelikle hidayete eresiniz.
Her nereden yola çıkarsan yüzünü Mescidi Haram'a doğru çevir, ve her nerede olsanız yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanlar için aleyhinizde bir delil olmasın. Ancak içlerinden haksızlık edenler başka. Siz de onlardan korkmayın, benden korkun. Hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem gerek ki doğru yolu bulasınız.
2:151
Nasıl ki aranıza sizden bir elçi gönderdik; size âyetlerimizi tilâvet ediyor; sizi arındırıyor; size Kitap’ı ve Hikmet’i öğretiyor; ayrıca size bilmediklerinizi öğretiyor.
Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.
2:152
Şu halde beni anın ki ben de sizi anayım! Hem bana şükredin de beni yok saymayın!
O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin.
2:153
Ey imân etmiş olanlar, hem sabırla hem de namazla yardım isteyin! Kuşkusuz, Allâh sabredenlerle beraberdir.
Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
2:154
Hem Allâh yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin! Bilakis diridirler! Ancak siz algılamıyorsunuz.
Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Fakat siz sezemezsiniz.
2:155
Ve andolsun, sizi korkudan ve açlıktan bir şeyle ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilterek elbette sınayacağız; sabredenleri ise müjdele!
Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri!
2:156
Onlar ki, kendilerine bir musibet isabet ettiğinde şöyle derler: kuşkusuz biz Allâh’a aidiz ve kuşkusuz biz O’na dönenleriz.
Onlar başlarına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz." derler.
2:157
İşte onlar, Rab’lerinden üzerlerine salavât ve bir rahmet vardır; yine işte onlar, onlardır hidâyete erenler.
İşte onlar var ya, Rablerinden, mağfiretler ve rahmet onlaradır. İşte hidayete erenler de onlardır.
2:158
Kuşkusuz Safa ve Merve Allâh’ın şeâirindendir. Dolayısıyla kim Ev’i haccederse yahut umre yaparsa, o ikisini tavaf etmesinde artık ona bir günah yoktur. Yine her kim gönüllü olarak bir hayır yaparsa, o takdirde kuşkusuz ki Allâh Şâkir’dir; Alîm’dir.
Gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâ'be'yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.
2:159
Şüphesiz, beyyinelerden indirdiklerimizi ve hidâyeti, Kitap’ta insanlara onu biz besbelli ettikten sonra, ketmedenler! İşte onlara Allâh lanet ediyor; lanet ediciler de onlara lanet ediyor.
İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan âyetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya mutlaka onlara Allah lanet eder. Lanet edebilecek olanlar da lanet ederler.
2:160
Ancak tevbe edenler ve ıslah edenler ve apaçık ortaya koyanlar! İşte böylelerinin tevbelerini kabul ederim; zira ben et-Tevvâb’ım, er-Rahîm’im.
Ancak tevbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler başka. İşte onları ben bağışlarım. Ben çok merhamet ediciyim, tevbeleri çokça kabul ederim.
2:161
Muhakkak ki yok saymış olanlar ve yok saydıkları bir halde ölenler! Allâh’ın ve meleklerin ve insanların laneti topluca böylelerinin üzerinedir.
Ama âyetlerimizi inkar etmiş ve kâfir olarak can vermiş olanlara gelince, işte Allah'ın laneti, meleklerin laneti ve insanların laneti hep onların üzerine olsun.
2:162
Sonsuzdurlar onun içinde! Azap onlara hafifletilmiyor; onlara mühlet de verilmiyor!
Onlar ebedi olarak onun altında kalırlar. Ne azabları hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır.
2:163
Hem sizin ilâhınız tek bir ilâhtır! O’ndan başka bir ilâh yoktur! Rahmân’dır; Rahîm’dir.
Her halde hepinizin ilâhı, bir tek ilâhtır. Ondan başka bir ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir.
2:164
Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün farklılaşmasında ve insanların yararına gemilerin denizde akmasında ve Allâh’ın gökten indirdiği suda, nitekim onunla yere ölümünden sonra hayat verdi ve orada her türlü canlıyı yaydı, ve rüzgarları yönlendirmesinde ve gök ile yer arasındaki emre âmade bulutlarda akleden bir topluluk için kesinlikle âyetler vardır.
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah'ın yukarıdan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesinde, diriltip de üzerinde deprenen hayvanları yaymasında, rüzgarları değiştirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllı olan bir topluluk için elbette Allah'ın birliğine deliller vardır.
2:165
Halbuki insanlardan öyleleri var ki, Allâh’tan aşağısını endât ediniyor! Onları Allâh’ı sever gibi seviyorlar. İmân etmiş olanlar ise Allâh’a, sevgi bakımından daha şiddetlidir. Zulmetmiş olanlar bir görseler, Azabı gördüklerinde, Kuvvet’in tümüyle Allah’a ait olduğunu ve Allâh’ın, azabı şiddetli biri olduğunu!
İnsanlardan kimi de Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.
2:166
O vakit tabi olunanlar tabi olanlardan kendilerini temize çıkardılar! Ve Azabı gördüler. Ve aralarındaki bağlar paramparça oldu.
O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlar ve aralarındaki bütün bağlar parça parça kopmuştur.
2:167
Ve tâbi olanlar dedi ki: Keşke bizim için bir kere daha olsa da onların kendilerini bizden temize çıkarmaları gibi biz de kendimizi onlardan temize çıkarsak! İşte böyle, Allâh onlara amellerini pişmanlıklar olarak gösteriyor; hem onlar Ateş’ten çıkacak değillerdir.
Onlara uyanlar da şöyle demektedirler: "Ah, bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!" İşte böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış hasretler (pişmanlık ve üzüntüler) halinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkacak değillerdir.
2:168
Ey insanlar! Yerdekilerden helal hoş olarak yiyin! Ancak şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.
Ey insanlar! Bütün yeryüzündeki nimetlerimden helal olmak, temiz olmak şartıyla yiyin. Fakat şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size belli bir düşmandır.
2:169
Size sadece kötülüğü ve fahşa’yı ve Allâh’ın aleyhinde bilmediklerinizi söylemenizi emrediyor.
O size hep çirkin ve murdar işleri emreder, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyler söylemenizi ister.
2:170
Ve onlara: Allâh’ın indirdiğine tabi olun, denildiğinde dediler ki: Hayır, babalarımızı üzerinde denk geldiğimiz şeylere tabi oluyoruz! Şayet babaları bir şey akletmiyor ve doğru yolu tutmuyor idiyseler de mi?
Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun." dendiği vakit de: "Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız." dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?
2:171
Hem, yok sayanların meseli, bağırtı ve çağırtı hariç işitmediğini haykıran birinin meseli gibidir; sağırdırlar; dilsizdirler; kördürler; dolayısıyla onlar akletmiyorlar.
O kâfirlerin hali, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın haline benzer; onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, akıl da etmezler.
2:172
Ey imân etmiş olanlar! Sizi rızıklandırdığımız şeylerin hoş olanlarından yiyin ve Allâh’a şükredin eğer yanlız O’na ibâdet ediyorsanız!
Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah'a şükredin, eğer yalnız O'na kulluk ediyorsanız.
2:173
Sizin üzerinize sadece, ölüyü ve kanı ve domuzun etini ve Allâh’tan başkası için adanılanları haram kıldı. Ancak kim zorda kalırsa, arzulamaksızın ne de haddi aşarak, işte bu durumda onun üzerine günah yoktur; kuşkusuz Allâh Gafûr’dur; Rahîm’dir.
O, size yalnız şunları haram kıldı: Ölü hayvan, kan, domuz eti, bir de Allah'tan başkası adına kesilen hayvanlar. Sonra kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret ölçüsünü geçmemek şartıyla ona da bir günah yükletilmez. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
2:174
Muhakkak ki, Allâh’ın Kitap’tan indirdiklerini ketmedenler ve onunla az bir pahayı satın alanlar; işte böyleleri karınlarına ateşten başka bir şey yemiyorlar; hem Kıyâmet Günü Allâh onlarla konuşmuyor, onları arındırmıyor da! Nitekim, onlar için elîm bir azap vardır.
Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip de bununla biraz para alanlar gerçekten karınları dolusu ateşten başka birşey yemezler. Kıyamet günü Allah onlara ne söz söyler, ne de kendilerini temize çıkarır. Onlara sadece acı veren bir azab vardır.
2:175
İşte böyleleri dalâleti hidâyet ile, Azabı da mağfiret ile satın alanlardır. Onlar Ateş’e ne kadar sabırlı şeyler öyle!
İşte onlar, hidayeti verip sapıklığı, affedilmeyi bırakıp azabı satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar!
2:176
Bu, Kitab’ı Allâh’ın Hak ile indirmesi dolayısıyladır. Kuşkusuz Kitab’ta ihtilâf edenler ise kesinlikle uzak bir ayrışma içindedirler.
Şüphesiz ki Allah kitabı hak bir sebeple indirmiştir. Kitap hakkında ihtilafa düşenler ise, şüphesiz haktan uzak, bir anlaşmazlık içindedirler.
2:177
Birr, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir! Ancak birr Allâh’a, Âhiret Günün’e, meleklere, Kitab’a ve nebîlere imân etmiş olan; sevgisine rağmen malı, yakınlığı olanlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya, dilenenlere ve boyunduruk altındakilere veren; namazı ikame eden ve zekâtı ulaştıran kimsedir. Bir de antlaştıklarında antlaşmalarına vefa gösterenler; hele hele darlıkta, hastalıkta ve şiddet zamanı sabredenler; işte bunlardır sadakat göstermiş olanlar, ve işte bunlardır sakınanlar!
Yüzlerinizi bazan doğu, bazan batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Bir de andlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.
2:178
Ey imân etmiş olanlar, katledilenler hususunda size kısas yazıldı: Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile… Ancak kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa, o takdirde maruf olanı izlemek ve ona güzellikle ödemek gerektir. Bu, rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Ancak bundan sonra kim haddi aşarsa, onun için elîm bir azap vardır.
Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır.
2:179
Hem sizin için kısasta hayat vardır ey ulu’l-elbab; tâ ki sizler sakınasınız!
Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.
2:180
Biriniz için ölüm hazır olduğunda, şayet bir hayır bıraktıysa, ana-babaya ve en yakınlara maruf üzere vasiyet etmek, sakınanlara bir hak olarak, üzerinize yazıldı.
Birinize ölüm geldiği vakit, bir hayır (bir mal) bırakacaksa, babası, anası ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek, Allah'tan korkan kimseler üzerine yerine getirilmesi vacib bir hak olarak size farz kılındı.
2:181
Artık kim onu, işittikten sonra değiştirirse, o takdirde onun günahı sadece değiştirenlerin üzerinedir; şüphesiz Allâh, Semî‘dir; Alîm’dir.
Şimdi her kim, bunu duyduktan sonra onu değiştirirse, her halde vebali, sırf o değiştirenlerin boynunadır. Şüphe yok ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
2:182
Ancak kim bir vasiyet edenden tarafgirlik yahut günah bakımından endişe eder de onların arasını ıslah ederse, böyle bir durumda onun üzerine herhangi bir günah yoktur; kuşkusuz Allâh Gafûr’dur; Rahîm’dir.
Her kim de vasiyet edenin, bir hata işlemesinden veya bir günaha girmesinden endişe eder de tarafların arasını düzeltirse, ona bir vebal yoktur. Şüphesiz ki, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
2:183
Ey imân etmiş olanlar, oruç tutmak sizden öncekilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı; tâ ki sizler sakınasınız.
Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.
2:184
Sayılı günler olarak, ancak sizden kim hasta yahut yolculuk üzere idiyse, o takdirde diğer günlerden sayısıncadır; ona takat getirenlere ise, bir miskinin yiyeceği, bir fidye gerekir. Fakat kim gönüllü olarak bir hayır işlerse, elbette bu onun için bir hayırdır. Halbuki oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır; şayet sizler ilim yapıyor idiyseniz!
(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
2:185
Ramazan ayı ki, insanlara hidâyet olsun diye ve hem hidâyetten hem de furkân’dan beyyineler olarak, içinde Kur’ân’ın indirildiği aydır. Dolayısıyla, sizden kim o aya tanık olursa, artık onu oruç tutsun; her kim de hasta yahut yolculuk üzere idiyse, o takdirde diğer günlerden sayısıncadır. Allâh sizin için kolaylığı istiyor; sizin için zorluğu ise istemiyor. Hem sayıyı tamamlayasınız hem de size hidâyet ettiği üzere Allâh’ı yüceltesiniz. Ve, tâ ki sizler şükredesiniz.
O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur'ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta, yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.
2:186
Hem kullarım sana benden sorduklarında, gerçek şu ki kuşkusuz ben çok yakınım; çağıranın çağrısına çağırdığı anda icabet ederim; ancak bana icabet etsinler ve bana imân etsinler! Tâ ki doğru yolu bulsunlar.
Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.
2:187
Oruç gecesinde eşlerinize ilişmeniz sizin için helal kılındı; onlar sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbisesiniz. Allâh sizin kendinize ihanet edip durduğunuzu bildi de size döndü ve sizi bağışladı. Artık şimdi onlarla cinsel ilişkide bulunun ve Allâh’ın size yazdığını isteyin. Ve yiyin, için tâ ki sizin için beyaz iplik siyah iplikten fecirde belirginleşsin. Sonra orucu geceye dek tamamlayın. Ancak sizler, mescitlerde itikâf halindeyken onlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Bunlar Allâh’ın sınırlarıdır, dolayısıyla bunlara yaklaşmayın! İşte böylece Allâh âyetlerini insanlara apaçık ediyor; tâ ki onlar sakınsınlar.
Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ınsınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.
2:188
Bir de, mallarınızı aranızda batıl ile yemeyin ve insanların mallarından bir bölümünü günah ile yemek için bilip durduğunuz halde onları hakimlere sarkıtmayın!
Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hakimlere rüşvet olarak vermeyin.
2:189
Sana hilâllerden soruyorlar; de ki: onlar, insanlar ve hac için vakitlerdir. Hem birr, evlere arkalarından gelmeniz değildir, ancak birr sakınan kimsedir. Artık evlere kapılarından gelin ve Allâh’tan sakının; tâ ki sizler kurtulasınız.
Sana hilâllerden soruyorlar. De ki: Onlar insanlar için de, hac için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik, evlere arkalarından gelmeniz değildir. Fakat iyiliğe eren, kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından gelin, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.
2:190
Ve sizinle savaşanlarla Allâh yolunda savaşın, ancak haddi aşmayın; kuşkusuz ki Allâh haddi aşanları sevmiyor.
Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.
2:191
Ve onları nerede yakalarsanız, onları öldürün; ve onların sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın! Zira fitne öldürmekten daha şiddetlidir. Fakat onlarla Mescidi Haram’da savaşmayın, tâ ki onlar sizinle orada savaşıncaya dek; ancak, şayet sizinle savaşırlarsa, onları hemen öldürün! İşte böyledir yok sayanların karşılığı!
Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Yalnız Mescidi Haram yanında onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.
2:192
Ancak, şayet bitirirlerse, o takdirde Allâh Gafûr’dur; Rahîm’dir.
Artık şirkten vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
2:193
Ve onlarla savaşın, tâ ki herhangi bir fitne olmasın da din yalnız Allâh’ın oluversin. Ancak, şayet bitirirlerse artık zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur!
Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın. Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır.
2:194
Haram ay haram ay iledir; ve hürmetler karşılıklıdır. Bu yüzden, kim üzerinize saldırırsa, o durumda, üzerinize saldırdığı kadar onun üzerine saldırın da Allâh’tan sakının ve bilin kuşkusuz ki Allâh, sakınanlarla beraberdir.
Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler birbirine karşılıktır. O halde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyle saldırın da ileri gitmeye Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.
2:195
Ve Allâh yolunda harcayın da ellerinizle tehlikeye bırakmayın; hem güzel yapın! Muhakkak ki Allâh Muhsinleri seviyor.
Allah yolunda mal harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve güzel hareket edin. Çünkü Allah güzellik ve iyilik edenleri sever.
2:196
Ve haccı da umreyi de Allâh için tamamlayın. Fakat eğer engellenirseniz, o takdirde kurbanlıktan yana kolay olanı. Ancak kurbanlık yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin! Yalnız sizden kim hasta idiyse yahut başından bir sıkıntı var idiyse o takdirde, oruçtan yana yahut sadakadan yana veya kurbandan yana bir fidye. Sonra esenliğe kavuştuğunuzda, kim hacca doğru umreyle yararlanırsa, o takdirde kurbanlıktan yana kolay olanı. Ancak kim bulamaz ise o takdirde hacda üç ve döndüğünüzde de yedi gün oruç; bu tastamam ondur. Bu, ailesi Mescidi Haram’da yerleşik bulunmayan içindir. Ve Allâh’tan sakının; hem bilin, muhakkak ki Allâh cezalandırması şiddetlidir.
Hac ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesileceği yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç veya sadaka yahut da kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Engellemeden kurtulduğunuz zaman da her kim hacca kadar umre ile sevab kazanmak isterse, ona da kolayına gelen bir kurban gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda, yedi de döndüğünüzde ki tam on gün oruç tutması lazım gelir. Bu hüküm, ailesi Mescidi Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah'ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.
2:197
Hac malum aylardır; dolayısıyla kim onlarda hacc yükümlülüğüne girerse, artık hacda ne refes ne fusûk ne de cidâl var! Öte yandan hayırdan ne yaparsanız Allâh onu bilir. Azık da edinin; kuşkusuz azığın en hayırlısı ise sakınmadır; öyleyse Benden sakının ey ulu’l-elbab!
Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!
2:198
Rabbinizden bir lütuf talep etmenizde üzerinize bir günah yoktur. Sonra, Arafat’tan aktığınızda, Meş‘ar-i Haram’ın yanında hemen Allâh’ı anın! Ancak O’nu size hidâyet ettiği gibi anın; oysa muhakkak ki, ondan önce, kesinlikle dalâlette olanlardan idiniz.
Rabbinizin lütfunu istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ari Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten sapmışlardandınız.
2:199
Daha sonra insanların aktığı yerden akın ve Allâh’tan bağışlanma dileyin! Kuşkusuz Allâh Gafûr’dur; Rahîm’dir.
Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
2:200
Nihâyet menâsikinizi yerine getirdiğinizde, babalarınızı anmanız gibi veya daha şiddetli bir anma ile hemen Allâh’ı anın! Bir de insanlardan şöyle diyen var: Rabbimiz bize dünyada ver! Halbuki onun için ahirette bir nasip yoktur!
Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. İnsanlardan kimisi: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!" der. Onun için ahirette hiçbir kısmet yoktur.
2:201
Onlardan şöyle diyen de var: Ey Rabbimiz, bize dünyada bir güzellik; ahirette de bir güzellik ver; ayrıca bizi Ateş’in azabından koru!
Yine onlardan: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" diyenler vardır.
2:202
İşte onlar! Onlar için vardır kazandıklarından bir nasip. Hem Allâh hesabı hızlı olandır.
İşte onlar için, kazandıklarından bir nasib vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.
2:203
Bir de sayılı günlerde Allâh’ı anın! Ancak kim iki gün içinde acele ederse, artık onun üzerine bir günâh yoktur; kim de gecikirse onun üzerine de bir günâh yoktur, sakınan kimse için. Hem Allâh’tan sakının ve bilin ki kuşkusuz siz, O’na haşrolunuyorsunuz.
Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin (tekbir alın). Bunlardan kim iki gün içinde (Mina'dan) dönmek için acele ederse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Ama bu, takva sahipleri içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz ancak O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız.
2:204
İnsanlardan bir de, dünya hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna giden var; kalbindekine de Allâh’ı tanık gösterir; halbuki o hasımların en katısıdır.
İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Halbuki O, İslâm düşmanlarının en yamanıdır.
2:205
Ancak dönüp gittiğinde, yeryüzünü fesada vermek, ekini ve nesli helak etmek için orada koşturur; halbuki Allâh fesâdı sevmiyor.
İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
2:206
Ona Allâh’tan sakın, denildiği zaman da, izzet onu günahla yakalayıverir; dolayısıyla onun yeteri Cehennem’dir; ve ne kötü beşiktir!
Ona: "Allah'tan kork!" dendiği zaman da kendisini onuru (gururu) günah işlemeye sevkeder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır!
2:207
Bir de insanlardan, Allâh’ın hoşnutluğunu elde etmek üzere kendisini satan var! Allâh ise kullara Raûf’tur.
Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir.
2:208
Ey imân etmiş olanlar, kâffeten silm’e girin de şeytanın adımlarını izlemeyin! Kuşkusuz o sizin için apaçık bir düşmandır.
Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.
2:209
Size beyyineler geldikten sonra, şayet yine kayarsanız o takdirde bilin ki Allâh Azîz’dir; Hakîm’dir.
Size bunca deliller geldikten sonra yine kayarsanız, iyi bilin ki, Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
2:210
Allâh’ın, buluttan gölgeler içinde, ve meleklerin gelip de emrin yerine getirilmesinden başka bir şey gözlemiyorlar mı? Halbuki işler Allâh’a döndürülüyor.
Onlar sadece gözetiyorlar ki, Allah, buluttan gölgelikler içinde meleklerle birlikte geliversin de iş bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allah'a döndürülüp götürülür.
2:211
Sor İsrâil’in oğullarına, onlara apaçık nice âyet verdiğimizi! Ve her kim, Allâh’ın nimeti kendisine geldikten sonra, onu değişirse, o takdirde kuşkusuz ki Allâh, cezalandırması şiddetli olandır!
İsrailoğullarına sor: Biz onlara ne kadar açık âyetler vermiştik. Fakat Allah'ın nimetini her kim kendisine geldikten sonra değiştirirse, şüphe yok ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir.
2:212
Yok sayanlar için Dünya Hayatı süslendi de imân edenleri aşağılıyorlar; oysaki sakınmış olanlar Kıyamet Günü onların üstündedir. Hem Allâh, kimi diliyorsa bir hesap olmaksızın rızıklandırıyor!
Dünya hayatı, inkar edenler için bezendi. (Onlar), iman edenlerle eğleniyorlar. Halbuki takva sahibi olan o müminler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
2:213
İnsanlar tek bir ümmetti; sonra Allâh nebîleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi ve onlarla birlikte Kitab’ı hak ile indirdi ki ihtilaf ettikleri hususlarda insanlar arasında hüküm versin. Onun hakkında, beyyineler kendilerine geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden, onun kendilerine verildiği kimselerden başkası ihtilaf etmedi. Sonra Allâh imân edenleri hakkında ihtilaf ettikleri gerçeğe izniyle iletti. Zaten Allâh dosdoğru bir yola dilediğini iletiyor.
İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.
2:214
Yoksa siz, sizden önce geçmiş kimselerin durumu size de gelmeden Cennet’e gireceğinizi mi sandınız! Onlara darlık ve hastalık dokundu ve sarsıntıya uğratıldılar; hatta elçi ve onunla birlikte imân etmiş olanlar ‘Allâh’ın yardımı ne zaman’ diyordu. Dikkat edin, muhakkak ki Allâh’ın yardımı yakındır.
Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.
2:215
Sana soruyorlar: Ne infak etsinler? De ki: Hayırdan yana ne infak ettiyseniz öncelikle ana baba, en yakınlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Hayırdan yana daha ne yaparsanız o durumda muhakkak ki Allâh onu mutlak bilendir.
Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir.
2:216
Savaşmak, hoşlanmadığınız halde, sizin üzerinize yazıldı. Ve ola ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o sizin için bir hayırdır; yine ola ki siz bir şeyi seversiniz, halbuki o sizin için bir şerdir. Zira Allâh biliyor, oysa siz bilmiyorsunuz!
Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
2:217
Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar! De ki: onda savaşmak büyüktür! Halbuki Allâh’ın yolundan çevirmek, ve O’nu yok saymak, ve Mescid-i Haram’dan çevirmek ve onun halkını kendisinden çıkarmak Allâh’ın katında daha büyüktür! Zirâ fitne öldürmekten daha büyüktür. Ve hala sizinle savaşıyorlar, tâ ki sizi dininizden geri çevirsinler, güçleri yeterse! Ancak sizden kim dininden döner sonra da kâfir olarak ölürse, işte onların amelleri hem dünyada hem ahirette boşa çıktı; yine onlardır Ateş’in halkı; onlar onda sonsuzdurlar.
Ey Muhammed! Sana haram aydan ve o ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak, büyük bir günahtır. Bununla beraber Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, insanları, Mescidi Haram'dan menetmek ve halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır ve fitne, öldürmekten daha büyük bir vebaldir. Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.
2:218
Muhakkak ki imân etmiş olanlar ve Allâh’ın yolunda hicret ve cihâd etmiş olanlar, işte onlar Allâh’ın rahmetini umuyorlar. Nitekim Allâh Gafûr’dur, Rahîm’dir.
Şüphesiz ki iman edenlere, Allah yolunda hicret edip, cihad edenlere gelince, işte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
2:219
Sana hamr’ı ve meysir’i soruyorlar. De ki: o ikisinde büyük bir günah ve insanlar için faydalar vardır. Ancak o ikisinin günahı o ikisinin faydasından daha büyüktür. Bir de sana soruyorlar, neyi infak etsinler! De ki: Afv’ı. İşte böylece Allâh âyetleri sizin için apaçık ediyor; tâ ki tefekkür edesiniz.
Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.
2:220
Dünya ve âhiret hakkında… Sana bir de yetimleri soruyorlar. De ki: onlar için ıslâhatta bulunmak daha hayırlıdır. Ancak onlarla karışacak olursanız, zaten kardeşlerinizdir. Hem Allâh ıslahatçıdan fesatçı olanı biliyor! Öte yandan Allâh dileseydi sizi kesinlikle zorlardı; kuşkusuz ki Allâh Azîz’dir, Hakîm’dir.
Dünya ve ahiret hakkında (düşünürsünüz.) Sana bir de yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla ıslah ediciyi bilir, birbirinden ayırd eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
2:221
Ve müşrik kadınları nikahlamayın, tâ ki imân etsinler! Zira mümine bir câriye müşrik bir kadından, hoşunuza gitse bile, kesinlikle daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de nikahlandırmayın, tâ ki imân etsinler! Zira mümin bir köle müşrik bir adamdan, hoşunuza gitse bile, kesinlikle daha hayırlıdır. İşte onlar Ateş’e çağırıyorlar, halbuki Allâh izniyle Cennet’e ve mağfirete çağırıyor. Âyetlerini de insanlara apaçık ediyor, tâ ki öğüt alsınlar.
Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar.
2:222
Sana bir de hayız zamanını soruyorlar. De ki: o bir rahatsızlıktır. Bu yüzden hayız yeri hususunda kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar da onlara yaklaşmayın! Ancak arındıklarında, işte o zaman Allâh’ın size emrettiği biçimde onlara varın. Kuşkusuz ki Allâh, çokça tövbe edenleri seviyor; çokça arınanları da seviyor.
Ey Muhammed! Sana kadınların ay başı halinden de soruyorlar. De ki: O bir eziyettir Onun için ay başı halinde oldukları zaman kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman ise Allah'ın emrettiği yerden onlara varın, yaklaşın Şüphesiz ki Allah çok tövbe edenleri de sever, çok temizlenenleri de sever.
2:223
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Bu yüzden tarlanıza dilediğinizce varın ve kendiniz için önceden yapın. Ancak Allâh’tan sakının ve bilin ki sizler O’nunla buluşucusunuz; haydi müminleri müjdele!
Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!
2:224
Bir de Allâh’ı yeminleriniz için, iyilik yapmaya, sakınmaya ve insanların arasını ıslâh etmeye bir siper yapmayın! Nitekim Allâh Semî’dir, Alîm’dir.
Sözünüzde durmanız, kötülükten sakınmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için, Allah'ı yeminlerinize hedef veya siper edip durmayın. Allah, her şeyi işitir ve bilir.
2:225
Allâh yeminlerinizdeki lağv ile sizi sorumlu tutmuyor ancak kalplerinizin kazandığıyla sizi sorumlu tutuyor! Zira Allâh Gafûr’dur, Halîm’dir.
Allah, sizi yeminlerinizde bilmeyerek ettiğiniz lağıv (herhangi bir kasıt olmadan, kanaate göre yanlış yere yapılan yemin)dan sorumlu tutmaz. Fakat kalbinizin kazandığı yalan yere yapılan yeminden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayıcıdır, çok halimdir.
2:226
Kadınlarından îlâ’da bulunanlar için dört ayı gözetlemek vardır. Ancak şayet dönerlerse, o takdirde kuşkusuz ki Allâh Gafûr’dur; Rahîm’dir.
Kadınlarından îlâ edenler (onlara yaklaşmamaya yemin edenler) için dört ay beklemek vardır. Eğer bu yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
2:227
Ancak şayet boşamaya azmetmişlerse, o takdirde kuşkusuz ki Allâh Semî’dir, Alîm’dir.
Yok eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz ki Allah söylediklerini işitir, kurduklarını bilir.
2:228
Boşanılmış kadınlar kendi başlarına üç ay halini gözetlerler. Ayrıca, şayet Allâh’a ve ahiret gününe imân ediyorlarsa, Allâh’ın onların rahimlerinde yarattığını ketmetmeleri kendileri için helâl değildir. Öte yandan kocaları onları bu durumda geri almaya daha fazla hak sahibidir; şayet bir barış murat ediyorlarsa! Hem zaten aleyhlerine olanın bir benzeri, maruf bir biçimde lehlerine vardır; ancak erkeklere onlar üzerinde bir derece vardır. Nitekim Allâh Azîz’dir, Hakîm’dir.
Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
2:229
Boşamak iki defadır; sonrasında ya maruf üzere tutmak veya güzellikle salıvermek vardır. Ayrıca onlara verdiklerinizden bir şey almanız sizin için helal olmuyor; meğer ki o ikisi Allâh’ın sınırlarını gözetmemekten korkalar; siz de o ikisinin, Allâh’ın sınırlarını gözetmemelerinden korkarsanız, bu durumda o ikisi için kadının fidye verdiği şeyde bir günah yoktur. Bunlar Allâh’ın sınırlarıdır; dolayısıyla onları aşmayın! Ancak kim Allâh’ın sınırlarını aşarsa, işte onlar, onlardır zâlimler.
Boşamak (talak) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helâl olmaz. Ancak Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de bunların, Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarsanız, kadının, ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah'ın hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir.
2:230
Şayet kadını yine boşarsa o takdirde, kadın ona bundan sonra helal olmaz; tâ ki kadın ondan başka bir eşle nikahlansın. Şayet o da kadını boşarsa, bu durumda birbirlerine dönmelerinde o ikisinin üzerine bir günah yoktur; eğer Allâh’ın sınırlarını gözeteceklerini sanıyorlarsa! İşte bunlar Allâh’ın sınırlarıdır; ilim yapan bir topluluk için onları apaçık ediyor.
Eğer kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar ona helâl olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın hududunu sağlam tutacaklarını ümid ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın tayin ettiği hudududur. Bunları, bilen bir kavim için açıklıyor.
2:231
Hem kadınları boşamış olduğunuzda, onlar da sürelerine eriştiklerinde, bu durumda, onları maruf üzere tutun yahut onları maruf üzere salıverin. Ancak, düşmanlık etmek için zarar olsun diye onları tutmayın. Zira kim bunu yaparsa o takdirde kendine zulmetmiş olur. Ayrıca, Allâh’ın âyetlerini alaya almayın! Öte yandan, Allâh’ın üzerinizdeki nimetini, Kitap ve Hikmet’ten yana size indirdiklerini hatırlayın; bununla sizi öğütlüyor. Hem Allâh’tan sakının ve bilin ki, kuşkusuz Allâh her şeyi bilicidir.
Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.
2:232
Hem kadınları boşamış olduğunuzda, onlar da sürelerine eriştiklerinde, bu durumda, şayet aralarında karşılıklı maruf üzere anlaştılarsa, kocalarıyla nikahlanmalarına zorluk çıkarmayın. Bununla içinizden Allâh’a ve âhiret gününe imân etmiş kimseler öğütlenmektedir. Bu sizin için daha nezih ve daha temizdir; nitekim Allâh biliyor, halbuki siz bilmiyorsunuz!
Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
2:233
Ve doğuranlar çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyen adam için, iki tam havl emzirirler. ‘Kendisi için doğurulan’a da onların maruf üzere yedirilmeleri ve giydirilmeleri düşer. Hiçbir kimse vüs‘u dışında sorumlu tutulamaz. Hiçbir doğurana ve ‘kendisi için doğurulan’a çocuğuyla zarar verilmesin! Varise de bunun bir benzeri düşer. Ancak şayet her ikisi karşılıklı rıza ile ve istişare yaparak sütten kesmek istediyse, bu durumda, o ikisinin üzerine bir günah yoktur. Öte yandan, çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, o takdirde, maruf olarak verdiğinizi teslim ettiğinizde sizin üzerinize bir günah yoktur. Hem Allâh’tan sakının ve bilin ki kuşkusuz Allâh yaptığınızı görücüdür.
Anneler, çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellefolur. Çocuğu sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görür.
2:234
Ve içinizden vefat edip de eşler bırakanlar… O kadınlar, kendi başlarına dört ay ve on günü gözlerler. Ancak sürelerine eriştiklerinde, kendileri hakkında maruf üzere yaptıkları şeylerde artık size düşen bir sorumluluk yoktur. Nitekim Allâh her ne yapıyorsanız haberdardır.
İçinizden vefat edip de geride eşler bırakan kimselerin hanımları, kendi başlarına dört ay on gün beklerler. İddet (bekleme) sürelerini bitirdikleri zaman, artık kendileri hakkında meşru bir şekilde yapacakları hareketten size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
2:235
Kadınlara evlilik önerisini çıtlatmanız yahut içinizde saklı tutmanızda da sizin üzerinize bir günah yoktur. Allâh sizin onları anacağınızı bildi; ancak maruf bir söz söylemek dışında onlarla gizlice vaatleşmeyin. Kitap süresine erişinceye kadar da nikah akdini bağlamayın! Ve bilin muhakkak ki Allâh içinizde ne varsa biliyor; dolayısıyla O’na dikkat edin! Yine bilin ki kuşkusuz Allâh Gafûr’dur, Halîm’dir.
Böyle kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı biçimde çıtlatmanızda veya gönlünüzde tutmanızda size bir vebal yoktur. Allah biliyor ki siz onları mutlaka anacaksınız. Fakat meşru bir söz söylemekten başka bir şekilde kendileriyle gizlice sözleşmeyin. Farz olan iddet sona erinceye kadar da nikâh akdine azmetmeyin (kesin karar vermeyin). Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Öyle ise O'nun azabından sakının. Yine bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşaktır.
2:236
Kendilerine dokunmadığınız veya onlar için zorunlu bir miktar belirlemediğiniz kadınları boşadıysanız, sizin üzerinize bir günah yoktur. Ancak onları metalandırın: geniş olan kendi kudretince, darda olan da kendi kudretince. Maruf olarak bir meta, muhsinler üzerine bir haktır.
Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız (bunda) size bir vebal yoktur. Şu kadar ki onlara (mal verip) faydalandırın. Eli geniş olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur.
2:237
Ancak kendilerine dokunmanızdan önce, onlar için zorunlu bir miktar belirlediğiniz halde onları boşadıysanız, o takdirde belirlediğinizin yarısı. Meğer ki o kadınlar bağışlasınlar yahut nikahın akdi elinde bulunan adam bağışlasın. Öte yandan bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazlı da unutmayın; muhakkak ki Allâh her ne yapıyorsanız görücüdür.
Eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse bağışlarsa başka. Ey erkekler! sizin bağışlamanız ise takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız hakkiyle görür.
2:238
Namazlara ve orta namaza muhafazlık edin; ayrıca Allâh için boyun bükenler olarak kalkın!
Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.
2:239
Ancak eğer korktuysanız, o takdirde yürüyerek yahut binekli olarak. Emniyete kavuştuğunuzda ise, o durumda, bilmiyor olduklarınızı size öğrettiği gibi Allâh’ı anın!
Eğer bir korku hâlindeyseniz, yaya veya binekli olarak giderken kılın, (korkudan) emin olduğunuz zaman da böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile kılın).
2:240
Ve içinizden vefat edip de eşler bırakanlar… Onların eşleri için bir vasiyet: çıkarmaksızın yıl dönümüne kadar bir meta. Ancak şayet çıktılarsa, o takdirde, kendileri hakkında maruf üzere yaptıkları şeylerde, artık size düşen bir sorumluluk yoktur. Nitekim Allâh Azîz’dir; Hakîm’dir.
İçinizden hanımlarını geride bırakarak vefat edecek olanlar, eşleri için senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet ederler. Bununla birlikte eğer kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında yaptıkları meşru bir hareketten dolayı size bir sorumluluk yoktur. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
2:241
Boşanılan kadınlar için de maruf üzere bir meta vardır; sakınanlar üzerine bir haktır.
Boşanmış kadınlar için de meşru ve geleneğe uygun şekilde bir meta'(intifa hakkı) vardır ki verilmesi, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.
2:242
İşte böylece Allâh sizin için âyetlerini apaçık ediyor; tâ ki akledesiniz!
İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.
2:243
Ölüm korkusuyla, binlerce oldukları halde, diyarlarından çıkanlara bakmadın mı? Derken Allâh onlara ‘ölün’ dedi; sonra onlara hayat verdi! Muhakkak ki Allâh insanlara karşı kesinlikle bir fazl sahibidir; velakin insanların çoğu şükretmiyorlar.
Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıktılar. Allah da kendilerine "ölün!" dedi, sonra da onlara bir hayat verdi. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı bir lütuf sahibidir. Fakat insanların pek çokları şükretmezler.
2:244
O halde Allâh’ın uğrunda savaşın ve bilin ki, kuşkusuz Allâh Semî’dir, Alîm’dir.
O halde Allah yolunda çarpışın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
2:245
Kimdir Allâh’a güzel bir krediyi kredi olarak veren! Böylece onu, onun için kat be kat katlasın. Nitekim Allâh’tır kısan ve yayan; zaten O’na döndürülüyorsunuz!
Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp götürüleceksiniz.
2:246
İsrail oğullarından, Musa’dan sonra, ileri gelenlere bakmadın mı? Kendilerine ait bir nebîye demişlerdi ki: bizim için bir melik çıkar da Allâh’ın uğrunda savaşalım! Dedi ki: savaşmak üzerinize yazıldığında ola ki savaşmayasınız? Dediler ki: yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan çıkarılmışken bize ne oluyor ki Allâh’ın uğrunda savaşmayalım? Nihayet onların üzerine savaşmak yazıldı; onlardan az bir kimse hariç yüz çevirdiler. Ancak Allâh zalimleri bilicidir.
Baksana, İsrail oğullarının Musa'dan sonra ileri gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: "Bize bir kumandan gönder de Allah yolunda savaşalım..." dediler. O da: "Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?" dedi. Onlar: "Bize ne oldu da yurtlarımızdan çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız halde Allah yolunda savaşmayalım?" dediler. Bunun üzerine savaş kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir.
2:247
Ve nebîleri onlara dedi ki: muhakkak ki Allâh Talût’u sizin için bir melik olarak göndermiştir. Dediler ki: üzerimize meliklik ona nereden oluyor? Halbuki bizler melikliğe ondan daha hak sahibiyiz; hem maldan yana da kendisine bir genişlik verilmemiş! Dedi ki: kuşkusuz, Allâh onu sizin üzerinize seçti ve onu ilmen ve cismen bolca ziyadeleştirdi. Zaten Allâh mülkünü dilediğine veriyor; hem Allâh geniştir; Alîm’dir.
Peygamberleri onlara: "Allah, size hükümdar olmak üzere Talût'u gönderdi." demişti. Onlar: "Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir." dediler. Peygamberleri de "Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir güç, bir genişlik vermiştir." dedi. Hem Allah, mülkünü dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.
2:248
Ve nebîleri onlara dedi ki: onun melikliğinin ayeti Tabut’un size gelmesidir: içinde rabbinizden bir sekînet ve hem Mûsa ailesinin hem de Harûn ailesinin bıraktıklarından bir kalıntı var; onu melekler taşıyor! Bunda sizin için kuşkusuz bir âyet vardır; şayet imân edenler iseniz!
Peygamberleri, onlara şunu da söylemişti: Haberiniz olsun, Onun hükümdarlığının alâmeti, size o tabutun gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir sekine (sükûnet, gönül rahatlığı), Musa ve Harun ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye (kalıntı) vardır. Onu melekler getirecektir. Eğer iman etmiş kimselerden iseniz, bunda sizin için kesin bir ibret, bir alâmet vardır.
2:249
Nihayet Tâlût askerlerle birlikte ayrılınca dedi ki: Kuşkusuz Allâh sizi bir nehirle sınayacaktır. Dolayısıyla ondan içen artık benden değildir; ancak onu tatmayan işte o muhakkak ki bendendir; eliyle bir avuç avuçlayan hariç. Derken onlardan azı hariç ondan içtiler. Sonra o ve onunla birlikte imân etmiş olanlar onu geçince dediler ki: Bugün bizde Câlût’a ve askerlerine karşı bir tâkat yok. Allâh ile buluşacaklarını zannedenler dedi ki: nice az gruplar çok gruplara Allâh’ın izniyle galip gelmiştir; nitekim Allâh sabredenlerle beraberdir.
Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir."
2:250
Ve Câlût ile askerlerine karşı meydana çıkınca dediler ki: Ey Rabbimiz, üzerimize sabır boşalt ve ayaklarımızı sabitle; ayrıca kafir kavme karşı bize yardım et!
Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"
2:251
Böylelikle onları Allâh’ın izniyle hezimete uğrattılar ve Dâvût Câlûtu öldürdü de Allâh ona meliklik ve hikmet verdi; ayrıca ona dilediklerinden öğretti. Zaten Allâh’ın, insanların bazısıyla bazısını defetmesi olmasaydı, yer kesinlikle fesada uğrardı. Oysa ancak Allâh âlemlere karşı fazl sahibidir.
Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.
2:252
İşte bunlar Allâh’ın âyetleridir; onları sana Hak üzere tilâvet ediyoruz. Kuşkusuz sen ise, kesinlikle gönderilenlerdensin.
İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Onları sana hakkıyla okuyoruz. Şüphesiz ki sen o gönderilen resullerdensin.
2:253
İşte o elçiler! Onların bazısını bazısına tafdil ettik. Onlardan kimiyle Allâh’ın konuştuğu vardır. onların bazısını ise derece derece yükseltmiştir. Meryem’in oğlu İsa’ya da beyyineleri verdik ve onu Ruhu’l-kudüs ile teyit ettik. Zaten Allâh dileseydi onlardan sonrakiler, kendilerine beyyineler geldikten sonra, savaşmazlardı; velakin ihtilaf ettiler: onlardan imân etmiş de vardır; onlardan yok saymış da. Yine de Allâh dileseydi savaşmazlardı; ancak Allâh istediğini yapıyor.
O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve kendisini Rûhu'lKudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine Allah dileseydi, birbirlerininkanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.
2:254
Ey imân etmiş olanlar! İçinde herhangi bir satışın, dostluğun ve şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdıklarımızdan harcayın! Nitekim yok sayanlar, onlardır zalimler.
Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince, onlar zalimlerdir.
2:255
Allâh, O’ndan başka herhangi bir ilâh yoktur; el-Hayy’dır; el-Kayyûm’dur. O’nu bir dalgınlık almıyor, ne de bir uyku! O’nundur göklerde ve yerde ne varsa! Kimdir O’nun katında O’nun izni olmaksızın şefaat eden? Onların elleri arasındakileri ve arkalarındakileri biliyor; ancak onlar O’nun ilminden O’nun dilediği hariç hiçbir şeyi kuşatmıyorlar! O’nun Kürsüsü gökleri ve yeri kapsamıştır. Öte yandan, o ikisini korumak O’nu zorlamıyor; zira O’dur el-Alîy, el-Azîm.
Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O'nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O'nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O'nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O'na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.
2:256
Din’de bir ikrah yoktur; doğruluk yanlışlıktan apaçık belli olmuştur. Bu durumda kim Tağût’u yok sayar da Allâh’a imân ederse, artık o, sapasağlam tutamağa tutunmuştur; onun için bir kopuş yoktur. Hem Allâh Semî’dir, Alîm’dir.
Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir. Artık her kim tâğutu inkar edip, Allah'a inanırsa, sağlam bir kulpa yapışmıştır ki, o hiçbir zaman kopmaz. Allah, her şeyi işitir ve bilir.
2:257
Allâh’tır imân etmiş olanların velisi; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıyor. Yok sayanlara gelince, onların velileri Tağût’tur; onları aydınlıktan karanlıklara çıkarıyorlar. İşte bunlar Ateş’in halkıdır; onlar orada sonsuzdurlar!
Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.
2:258
Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışana bakmadın mı? Zira Allâh ona meliklik vermişti. O vakit İbrâhim dedi ki: Rabbimdir hayat veren ve öldüren! Dedi ki: Ben hayat veriyor ve öldürüyorum. İbrâhim dedi ki: öyleyse, muhakkak ki Allâh Güneşi doğudan getiriyor; haydi onu batıdan getir! Bunun üzerine yok sayan kişi apışıp kaldı. Nitekim Allâh zalimler topluluğuna hidayet etmiyor.
Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: "Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür." dediği zaman: "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti. İbrahim: "Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!" deyince o inkâr eden herif şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
2:259
Yahut, tavanları üzerine yıkılmış bir kente uğramış kimse gibi! Dedi ki: ölümünden sonra bunu Allâh nereden diriltecek? Bunun üzerine Allâh onu yüz yıl öldürdü; sonra gönderdi. Dedi ki: kaç süre geçirdin? Dedi ki: bir gün veya bir günün bazısı süre geçirdim. Dedi ki: bilakis yüz yıl süre geçirdin; ancak yiyeceğine ve içeceğine bak onlar yıllanmamış! Eşeğine de bak! Hem seni insanlar için bir âyet kılalım diyedir. Bir de kemiklere bak; onları nasıl bindiriyor sonra onlara et giydiriyoruz! Derken onun için apaçık olunca dedi ki: biliyorum kuşkusuz ki Allâh her şey üzerine Kadîr’dir.
Yahut o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. "Bunu bu ölümünden sonra Allah, nerden diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti, "Ne kadar kaldın?" diye sordu. Oda: "Bir gün, yahut bir günden eksik kaldım." dedi. Allah buyurdu ki: "Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele eşeğine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin bir işareti kılalım diyedir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?" Böylece gerçek ona açıkça belli olunca: "Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir." dedi.
2:260
Ve bir vakit İbrâhim demişti: Rabbim, göster bana ölüleri nasıl diriltiyorsun? Dedi ki: yoksa imân etmedin mi? Dedi ki: elbette, velakin kalbim tatmin olsun diye! Dedi ki: o takdirde, kuşlardan dördünü al da onları kendine çevir! Sonra da her bir dağın üzerine onlardan bir parça kıl! Sonra onları çağır sana hızlıca gelsinler! Hem bil ki kuşkusuz Allâh Azîz’dir, Hakîm’dir.
Bir zamanlar İbrahim de: "Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. Allah: "İnanmadın mı ki?" buyurdu. İbrahim: "İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum." dedi. Allah buyurdu ki: "Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."
2:261
Mallarını Allâh’ın yolunda infak edenlerin misali bir danenin misali gibidir: yedi başak bitirmiş; her başakta yüz dane var! Allâh dilediğine daha da katlar! Nitekim Allâh Vasi’dir, Alîm’dir.
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.
2:262
Şol kimseler ki, mallarını Allâh’ın yolunda infak ediyorlar; sonra da infaklarına bir minneti yahut bir eziyeti eklemiyorlar!, Onların, Rableri katında karşılıkları vardır; hem onlar üzerine herhangi bir korku yoktur; üzülenler de onlar değildir.
Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir.
2:263
Maruf bir söz ve bağışlama, kendisini herhangi bir eziyetin izlediği bir sadakadan hayırlıdır! Zira Allâh Ganî’dir; Halîm’dir.
Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.
2:264
Ey imân etmiş olanlar, sadakalarınızı minnet ve eziyet ederek iptal etmeyin; malını insanların görmesi için infak eden, Allâh’a ve Ahiret Gününe inanmayan kimse gibi! Artık onun misali, üzerinde toprak bulunan bir kaya gibidir; derken ona kuvvetli bir yağmur isabet etti de onu cascavlak bıraktı! Kazandıklarından yana hiçbir şeye güç yetiremiyorlar! Nitekim Allâh yok sayanlar topluluğuna hidayet etmiyor!
Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah'a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez.
2:265
Allâh’ın rızasını aramak ve kendilerinden bir ispat olmak üzere mallarını infak edenlerin misali de bir tepede bulunan bir bahçenin misali gibidir; ona kuvvetli bir yağmur isabet etti de yemişlerini iki kat verdi; şayet ona kuvvetli bir yağmur isabet etmeseydi de bir çisenti! Hem Allâh ne yapıyorsanız Basîr’dir.
Allah'ın rızasını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağnak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah, yaptıklarınızı görür.
2:266
Biriniz arzular mı, kendisi için hurmalardan ve üzümlerden oluşan, altından nehirlerin aktığı, içinde kendisi için her türlü mahsulden bulunan bir bahçe olmasını? Ayrıca kendisine yaşlılık isabet etmiş ve zayıf bir zürriyeti varken! Derken ona, içinde ateş bulunan bir bora isabet etti de yanıverdi! İşte böylece Allâh sizin için âyetleri apaçık ediyor; tâ ki tefekkür edesiniz!
Hiç biriniz ister mi ki, kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez küçük, zayıf çocukları olsun. Derken ona ateşli bir bora isabet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor. Umulur ki, düşünürsünüz.
2:267
Ey imân etmiş olanlar, kazandıklarınızın ve Yer’den sizin için çıkardıklarımızın hoş olanlarından infâk edin! Ondan, kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız kötüsünü ise infâk etmeye yeltenmeyin! Ve bilin, muhakkak ki Allâh Ganî’dir, Hamîd’dir.
Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamıyacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde layık olandır.
2:268
Şeytân size fakirliği vaat edip, size fahşa’yı emrediyor! Halbuki Allâh size katından bir mağfiret ve fazl vaat ediyor; Nitekim Allâh Vâsi’dir; Alîm’dir.
Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin çirkin şeylere teşvik eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor. Allah'ın lütfu geniştir. O herşeyi bilendir.
2:269
Dilediğine Hikmet’i veriyor; kime Hikmet verilirse ona çokça hayır verilmiş demektir. Ancak, ulu’l-elbab dışındakiler öğüt almıyor!
Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.
2:270
Ve nafakadan her ne infak ettiyseniz yahut adaktan her ne adadıysanız, kuşkusuz Allâh onu hemen biliyor! Zalimler için ise hiçbir yardımcı yoktur!
Her ne çeşit nafaka verdinizse veya ne türlü bir adak adadınızsa, Allah onu kesinlikle bilir. Ve zalimlere hiçbir şekilde yardım olunmayacaktır.
2:271
Eğer sadakaları açık ederseniz o takdirde ne alâ; ancak şayet onları gizli yaparsanız ve fakirlere ulaştırırsanız o takdirde o sizin için daha hayırlıdır; günahlarınızdan da örtüyor. Nitekim Allâh her ne yapıyorsanız Habîr’dir.
Sadakaları açıkça verirseniz o, ne iyi olur; yok eğer onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızın birçoğunun bağışlanmasına sebep olur. Bilin ki, Allah, her ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
2:272
Onların hidayeti senin üzerine değildir! Oysa ancak Allâh dilediğine hidayet ediyor! Ve hayırdan her ne infak ediyorsanız ancak kendiniz içindir! Zaten Allâh’ın yüzünü elde etmek dışında infak etmiyorsunuz! Ve hayırdan her ne infak ediyorsanız size tastamam veriliyor; ve sizler zulmedilmiyorsunuz!
Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.
2:273
Allâh yolunda kısıtlanmış olan fakirler içindir; yeryüzünde vurmaya güç yetiremiyorlar; cahil olan iffetten dolayı onları zenginler sanıyor! Onları simalarıyla tanıyorsun; insanlardan yüzsüzce istemiyorlar. Ayrıca, hayırdan her ne infak ediyorsanız o takdirde kuşkusuz ki Allâh onu Alîm’dir.
Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir.
2:274
Mallarını geceleyin ve gündüzleyin, sır olarak ve alenice infak edenler, işte onlar için Rab’leri katında ecirleri vardır ve onlar üzerine herhangi bir korku yoktur; üzülenler de onlar değildir.
Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve mükafatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar hiçbir zaman mahzun da olmazlar.
2:275
Riba’yı yiyenler, şeytanın, dokunmaktan tepetaklak ettiği kimsenin kalkması dışında kalkmıyorlar! Bu, onların ‘satış da ancak riba gibidir’ demiş olmaları dolayısıyladır. Halbuki Allâh satışı helal kıldı, ribayı ise haram kıldı! Artık kime Rabbinden bir öğüt geldiğinde son verirse, o takdirde geçmiştekiler onundur; ancak onun hükmü Allâh’a aittir. Kim de dönerse, işte onlardır Ateş’in halkı; onlar orada sonsuzdurlar!
Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, "alışveriş de faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.
2:276
Allâh riba’yı mahk ediyor, sadakaları ise ribalandırıyor. Nitekim Allâh her yok sayıcı günahkârı sevmiyor!
Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.
2:277
Muhakkak ki imân etmiş, Salih amelleri yapmış, namazı ikâme etmiş ve zekâtı ulaştırmış olanlar; onlar için Rableri katında ecirleri vardır! Ayrıca onlar üzerine herhangi bir korku yoktur; üzülenler de onlar değildir.
İman edip iyi işler yapan, namazı dosdoğru kılıp zekatı verenlerin Rabbleri katında elbette mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku olmadığı gibi, onlar mahzun da olmazlar.
2:278
Ey imân etmiş olanlar, Allâh’tan sakının ve Riba’dan ne kaldıysa bırakın; şayet müminler iseniz!
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.
2:279
Yok eğer yapmazsanız, o takdirde Allâh’tan ve elçisinden bir harbi duyurun! Ancak şayet dönerseniz, o takdirde ana mallarınız sizindir: zulmetmiyorsunuz, zulme de uğramıyorsunuz.
Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.
2:280
Ancak şayet zorluk sahibi biriyse, o takdirde bir kolaylığa değin bir bekleyiş! Tasadduk etmeniz ise sizin için daha hayırlıdır; şayet ilim yapıyor idiyseniz!
Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına kadar bir süre tanıyın. Ve bu gibi borçlulara alacağınızı bağışlayıp sadaka etmeniz eğer bilirseniz sizin için, daha hayırlıdır.
2:281
Ve öyle bir günden sakının ki onda Allâh’a döndürülüyorsunuz! Sonra da her nefse ne kazandıysa tastamam karşılığı veriliyor; onlar zulme de uğramıyorlar.
Öyle bir günden korkunuz ki, o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra da herkese kazancı tamamıyla ödenecek ve hiç kimse haksızlığa uğramayacaktır.
2:282
Ey imân etmiş olanlar, ismi konmuş bir vakte değin bir borç ile borçlaştığınız takdirde onu yazın! Ve bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın! Hiçbir kâtip de yazmaktan kaçınmasın; Allâh’ın ona öğrettiği gibi o da yazsın! Üzerinde hak olan da yazdırsın, ancak Rabbi olan Allâh’tan sakınsın da ondan hiçbir şey eksiltmesin! Ancak eğer üzerinde hak olan sefih yahut zayıf veya kendisi yazdırmaya güç yetiremeyen biri ise, o takdirde velîsi adaletle yazdırsın! Adamlarınızdan da iki tanığı şahit tutun! Ancak, şayet iki adam olmazsa, o takdirde şahitlerden razı olacağınız bir adam ve iki kadın olsun; o iki kadından biri saptığında o ikisinden diğeri hatırlatsın diye. Şahitler de çağırıldıklarında kaçınmasın! Öte yandan, onu, küçük veya büyük süresine değin yazmaktan üşenmeyin! Böylesi, Allâh katında daha ölçülü, şahitlik için daha sağlam ve kuşkulanmamanıza daha yakındır. Ancak aranızda devrettiğiniz peşin bir ticaret olması durumu hariç; bu takdirde onu yazmamanızda sizin üzerinize bir sakınca yoktur! Diğer yandan biatleştiğinizde şahit tutun! Ayrıca hiçbir katip ve hiçbir şahit zararlandırılmasın; ancak şayet yaparsanız o takdirde muhakkak ki bu, sizde bir fâsıklıktır! Ve Allâh’tan sakının! hem Allâh size öğretiyor; nitekim Allâh her şey için Alîm’dir.
Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alış verişinde bulunduğunuz vakit onu yazın. Hem aranızda doğruluğuyla tanınmış yazı bilen biri yazsın. Yazı bilen biri, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah'dan korksun da haktan birşey eksiltmesin. Şayet borçlu bir bunak veya küçük bir çocuk veya söyleyip yazdıramıyacak durumda biri ise velisi doğrusunu söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın ki, birisi unutunca, öbürü hatırlatsın, şahitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar; siz yazanlar da az olmuş, çok olmuş, onu vadesine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun olduğu gibi; hem şahitlik için daha sağlam, hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Meğer ki, aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım satım yaptığınız vakit de yine şahit tutun. Ayrıca ne yazan, ne de şahitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar verirseniz, o işte mutlaka size dokunacak bir günah olur. Üstelik Allah'dan korkun. Allah size ayrıntılarıyla öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.
2:283
Ancak, şayet yolculuk üzere idiyseniz ve bir katip bulamadıysanız, o takdirde ele geçirilirmiş rehinler! Öte yandan, şayet bazınız bazınıza emanette bulunduysa, o durumda, emanet olunan, emanetini eda etsin de Rabbi olan Allâh’tan sakınsın! Şahadeti de ketmetmeyin! Kim de onu ketmederse, o takdirde muhakkak ki o kalbi suçlu’dur! Zaten Allâh ne yapıyorsanız Alîm’dir.
Şayet siz sefer üzere olur bir kâtip de bulamazsanız, o vakit alınmış bir rehin belge yerine geçer. Yok eğer birbirinize güveniyorsanız kendisine güvenilen adam Rabbi olan Allah'dan korksun da üzerindeki emaneti ödesin. Bir de şahitliğinizi inkâr edip gizlemeyin, onu kim inkâr ederse mutlaka onun kalbi vebal içindedir. Her ne yaparsanız Allah onu bilir.
2:284
Allâh’ındır göklerde ne varsa ve Yer’de ne varsa! Öte yandan, içlerinizde ne varsa açığa vursanız da, onu gizleseniz de Allâh onunla sizi hesaba çekiyor! Sonuçta dilediği için mağfiret ediyor, dilediğine de azap ediyor; nitekim Allâh her şey üzerine Kadîr’dir.
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine de azab eder. Allah her şeye kadirdir.
2:285
Resûl, Rabbinden kendisine ne indirildiyse imân etti, müminler de. Hepsi, Allâh’a ve meleklerine ve kitaplarına ve resûllerine imân ettiler. O’nun elçilerinden hiç birinin arasını ayırmıyoruz. Ayrıca dediler ki: işittik ve itaat ettik. Senin bağışlamanı, Rabbimiz … Zaten Sana’dır Dönüş.
Peygamber, Rabbi'nden kendisine ne indirildiyse ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. "Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır." dediler.
2:286
Allâh bir kimseyi kapasitesi dışında mükellef kılmıyor. Onun lehinedir ne kazandıysa; yine onun aleyhinedir ne elde ettiyse. Rabbimiz! Unuttuysak yahut hata ettiysek bizi ele alma! Rabbimiz! Bizden öncekilere onu yüklediğin gibi bizim üzerimize bir Isr da yükleme. Rabbimiz! Kendisi için bizde takat bulunmayanı da bize yükletme! Ancak sen bizi bağışla ve bizim için mağfiret eyle ve bize merhamet et! Sensin bizim mevlamız, dolayısıyla yok sayanlar topluluğuna karşı bize yardım et!
Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.